Yaptırımlar ve Tehditler, Amerika’nın Müzakereleri Sabote Etme Girişimidir

GİRİŞ: 26.04.2025 20:19      GÜNCELLEME: 26.04.2025 20:19
Rasthaber -  Bugün üçüncü tur görüşmeler sürerken, ABD yeni yaptırımlar uygulayarak, açık tehditler savurarak ve yasa dışı ön koşullar öne sürerek müzakere yolunu fiilen çıkmaza sokmuştur. Trump ve Dışişleri Bakanı, tehdit dilini tekrarlayıp İran'ın zenginleştirme hakkını inkâr ederek gösterdi ki Washington’un peşinde olduğu şey “eşit bir anlaşma” değil, “İran’ın teslim olması”dır. Bu düşmanca eylemler karşılıksız bırakılırsa, sadece karşı tarafın daha da pervasızlaşmasına yol açar ve diplomasinin başarısızlığına şaşırmamak gerekir.

İran İslam Cumhuriyeti ile ABD arasındaki dolaylı müzakerelerin üçüncü turunun bugün Umman’da başladığı bir zamanda, Amerikalıların eski alışkanlığı olan “sopa ile diplomasi” yaklaşımının açık işaretleri görülmektedir; bir yandan görüşmeler sürerken diğer yandan baskı ve yaptırımlar yoğunlaştırılmakta, amaç ise İran’ın müzakere masasında pozisyonunu zayıflatmaktır. Ne yazık ki, İran içerisindeki bazı medya ve siyasi çevreler, bu karmaşık süreci basitleştirerek ve açık düşmanlık işaretlerini göz ardı ederek, görüşmeyi "her ne pahasına olursa olsun anlaşmak" ile eşdeğer göstermeye çalışıyor; oysa sahadaki gerçekler başka bir şey söylüyor.

ABD Hazine Bakanlığı’nın her müzakere turu öncesinde uyguladığı hedefli yaptırımlar, Washington’daki üst düzey yetkililerin tehditkâr söylemleri ve Avrupa'nın sürekli müzakerelere müdahaleleri, hepsi tek bir mesaj veriyor: "Baskı ve müzakere" oyununa geri dönüş. İran müzakere heyeti bu mesajı görmezden gelir veya buna uygun bir yanıt vermezse, sonuç sadece "ABD’siz JCPOA (nükleer anlaşma)" gibi ağır bir deneyimin tekrarından ibaret olacaktır.

Üç Tur Müzakere, Üç Tur Yaptırım!

Başından beri, ABD diplomasi maskesi altında İran’a siyasi iradesini dayatmaya çalıştı ve bugün de aynı oyuna geri dönmüştür. Son üç haftadaki gelişmelere bakmak, her türlü belge ve analizden daha açıklayıcıdır:

9 Nisan Çarşamba günü, Umman'daki ilk tur müzakereler öncesinde, ABD Hazine Bakanlığı nükleer alanda faaliyet gösteren beş kurum ve bir İranlı şahsı yaptırımlarla hedef aldı

16 Nisan Çarşamba günü, Roma’da başlayan ikinci turdan hemen önce, bir rafineri, bir şirket ve birkaç İran tankerine yaptırımlar uygulandı.

Son olarak, 22 Nisan Salı günü, Umman’daki üçüncü tur öncesinde, ham petrol ve sıvılaştırılmış gaz sektöründe faaliyet gösteren birkaç şirkete yeni yaptırımlar getirildi!

Bu süreci “tesadüf” ya da ABD iç siyasetinin baskısı olarak görmek mümkün değil. Bu, açık bir siyasi ve güvenlik çizgisidir: Washington, her müzakere turu öncesinde yaptırımları artırarak İranlı müzakerecilerin pozisyonunu zayıflatmak ve tek taraflı şartlarını dikte ettirmek istiyor. Ciddi soru şudur: Karşı taraf bu kadar açık bir şekilde düşmanca yoluna devam ederken, ondan iyi niyet beklemek ne kadar mantıklıdır?

Trump: Ya Bizim Yolumuz Ya Hiçbir Yol!

Arka arkaya gelen yaptırımların yanı sıra, Amerikalı yetkililerin açıklamalarına bakmak da İran içerisindeki Batı yanlısı akımın ne kadar hayal dünyasında yaşadığını ortaya koyuyor. 24 Nisan Perşembe günü, Donald Trump bir basın toplantısında şöyle dedi: "İran konusunda çok iyi ilerlemeler kaydettik. Onlarla çok ciddi görüşmeler gerçekleştirdik. Her şey yolunda gidiyor."

Ancak hemen ardından gerçek niyetlerini ifşa etti: "Sadece iki seçenek var ve ikinci seçenek hiç de iyi bir seçenek değil!"

Bu sözler, ABD başkanının dolaylı askeri tehditte bulunmasından başka bir şey değildir. "Müzakere" duvarının ardına gizlenen bu küçümseyici dil, eğer güçlü bir yanıtla karşılık bulmazsa, daha önce JCPOA sürecinde yaşanan ağır tecrübelerin tekrarına yol açacaktır.

Rubio: İran Zenginleştirme Yapmamalı!

Trump’la eş zamanlı olarak, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da uluslararası normlara aykırı ve aşağılayıcı ifadeler kullanarak şöyle dedi: "İran barışçıl bir nükleer program istiyorsa, zenginleştirilmiş uranyumu ithal ederek bunu gerçekleştirebilir!"

Rubio şöyle devam etti: "Eğer bu ülke uranyum zenginleştirmekte ısrar ederse, silah programı olmayan ama uranyum zenginleştiren tek ülke olacak ve bu da sorun yaratacaktır!"

Bu açıklamalar, ABD’nin müzakerelere nasıl baktığını bir kez daha ortaya koyuyor. ABD, anlaşmazlıkları çözmek bir yana, İran’ın NPT ve diğer uluslararası belgelerde tanınan zenginleştirme hakkını da "sorun yaratıyor" bahanesiyle ortadan kaldırmak istiyor! Böyle bir küstahlık karşısında sessizlik, İran'ın tüm nükleer kapasitesinin sınırlanmasını kabul etmek anlamına gelir.

Avrupa Müzakere Sürecinden Dışlanmalıdır

Amerika'yı bir kenara bırakırsak, Avrupa'nın tutumuna geliyoruz; tüm arabuluculuk iddialarına rağmen Avrupa, hiçbir zaman Amerika'nın verdiği sözleri tutmamasına karşı durmadı, aksine ABD'nin nükleer anlaşmadan (JCPOA) tek taraflı çekilmesinin ardından, etkisiz bir seyirci ve zaman zaman da Amerikan yaptırımlarının ortağı haline geldi.

Üçüncü tur dolaylı müzakereler öncesinde, Avrupalı yetkililer bir kez daha konuşmaya başladılar ve küstahça "Avrupa'nın müzakereler ve anlaşmalar sürecinde rol oynaması gerektiğinden" bahsettiler! Ancak gerçek şu ki, değişmekte olan küresel yapıda Avrupa'nın ne etki gücü var ne bağımsız bir iradesi ne de geçmiş taahhütlerine dair bir hafızası.

Avrupa, siyasette değil, pratikte yalnızca Amerika'nın iradesiz bir takipçisi olmuştur. Bunun açık örneği, gülünç "INSTEX" mekanizması, ABD'nin JCPOA'dan çekilmesine karşı tam bir eylemsizlik ve Amerikan ikincil yaptırımlarına fiili uyumdur. Böyle etkisiz bir aktör sadece çözümün bir parçası olamamakla kalmaz, aynı zamanda sorunun bir parçasıdır ve her türlü müzakere sürecinin dışına itilmelidir.

Avrupalılar son 22 yılda defalarca kanıtladılar ki, İran ile Batı arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye yönelik bir iradeye sahip değiller ve Amerika'dan bağımsız hareket etme kabiliyetleri de yok. Hatta laf arasında bile, Amerika'nın JCPOA'dan çekilmesine ciddi bir şekilde karşı çıkmadılar. Aksine, utanmazca İran'ı, Amerika'nın anlaşmayı ihlal etmesini dikkate almadan, JCPOA'daki taahhütlerini yerine getirmemekle suçladılar. Yıllarca süren Avrupalıların İran ile Amerika arasında arabuluculuk rolü, iki ülke arasında diplomasi yolunda en küçük bir ilerleme sağlamadığı gibi, tam tersine İran'a yönelik baskıların artmasına yol açmıştır.

Müzakere, baskı aracı haline geldiyse, artık müzakere değildir. Diplomasi, iki tarafın karşılıklı saygı ve samimi çözüm niyetiyle masaya oturduğunda etkili olur. Ancak müzakere, İran milletinin kabiliyetlerini dizginlemek için bir araç haline getirilmeye çalışılıyor ve karşı taraf tehdit ve yaptırımlarla iradesini dayatıyorsa, bu artık müzakere değil, "teslimiyet projesi"dir ve derhal durdurulmalıdır.

Bugün İran İslam Cumhuriyeti, yaptırımların kaldırılması için kırmızı çizgilerini terk etmeye razı olacak bir konumda değildir. İran milleti, ekonomik baskı, askeri tehditler ve psikolojik operasyonlar karşısında geri adım atmayacağını kanıtlamıştır. İran müzakere ekibi de bu direnişçi milletin temsilcisi olmalı, Batı'nın zorbalığı karşısında bir yumuşama aracı olmamalıdır. Bugün İran ile Amerika arasındaki müzakerelerde gördüğümüz şey, Amerika'nın gerçek bir çözüm niyetinden çok, eski ve bayatlamış "dışarıdan baskı, içeriden müzakere" politikasının bir tekrarıdır.

Müzakerelerle eşzamanlı uygulanan yaptırımlar, Trump'ın tehditkar açıklamaları, Rubio'nun vesayetçi tutumları ve Avrupalıların yersiz müdahaleleri, Amerika ve müttefiklerinin bugün İran ve bölge gerçeklerini hala doğru anlamadıklarını göstermektedir. Bu koşullarda, İran İslam Cumhuriyeti müzakere ekibinin omuzlarında ağır bir sorumluluk vardır. Bu ekip, bu ikiyüzlü politikalara karşı onurlu, akıllı ve açık bir tutum sergilemeli ve müzakere sürecinin Amerika'nın isteklerinin arka bahçesine dönüşmesine izin vermemelidir. Eğer müzakere yapılacaksa, karşılıklı saygı, eşit haklar ve açık taahhütler temelinde yapılmalıdır. Baskı, tehdit ve yaptırımlar kokan her türlü anlaşma, sadece başarısız olmakla kalmayacak, aksine yeni krizler yaratacaktır.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM