İran İslam Cumhuriyeti ile ABD arasındaki dolaylı
müzakerelerin üçüncü turunun bugün Umman’da başladığı bir zamanda,
Amerikalıların eski alışkanlığı olan “sopa ile diplomasi” yaklaşımının açık
işaretleri görülmektedir; bir yandan görüşmeler sürerken diğer yandan baskı ve
yaptırımlar yoğunlaştırılmakta, amaç ise İran’ın müzakere masasında pozisyonunu
zayıflatmaktır. Ne yazık ki, İran içerisindeki bazı medya ve siyasi çevreler,
bu karmaşık süreci basitleştirerek ve açık düşmanlık işaretlerini göz ardı ederek,
görüşmeyi "her ne pahasına olursa olsun anlaşmak" ile eşdeğer
göstermeye çalışıyor; oysa sahadaki gerçekler başka bir şey söylüyor.
ABD Hazine Bakanlığı’nın her müzakere turu öncesinde
uyguladığı hedefli yaptırımlar, Washington’daki üst düzey yetkililerin
tehditkâr söylemleri ve Avrupa'nın sürekli müzakerelere müdahaleleri, hepsi tek
bir mesaj veriyor: "Baskı ve müzakere" oyununa geri dönüş. İran
müzakere heyeti bu mesajı görmezden gelir veya buna uygun bir yanıt vermezse,
sonuç sadece "ABD’siz JCPOA (nükleer anlaşma)" gibi ağır bir
deneyimin tekrarından ibaret olacaktır.
Başından beri, ABD diplomasi maskesi altında İran’a siyasi
iradesini dayatmaya çalıştı ve bugün de aynı oyuna geri dönmüştür. Son üç
haftadaki gelişmelere bakmak, her türlü belge ve analizden daha açıklayıcıdır:
9 Nisan Çarşamba günü, Umman'daki ilk tur müzakereler
öncesinde, ABD Hazine Bakanlığı nükleer alanda faaliyet gösteren beş kurum ve
bir İranlı şahsı yaptırımlarla hedef aldı
16 Nisan Çarşamba günü, Roma’da başlayan ikinci turdan hemen
önce, bir rafineri, bir şirket ve birkaç İran tankerine yaptırımlar uygulandı.
Son olarak, 22 Nisan Salı günü, Umman’daki üçüncü tur
öncesinde, ham petrol ve sıvılaştırılmış gaz sektöründe faaliyet gösteren
birkaç şirkete yeni yaptırımlar getirildi!
Bu süreci “tesadüf” ya da ABD iç siyasetinin baskısı olarak
görmek mümkün değil. Bu, açık bir siyasi ve güvenlik çizgisidir: Washington,
her müzakere turu öncesinde yaptırımları artırarak İranlı müzakerecilerin
pozisyonunu zayıflatmak ve tek taraflı şartlarını dikte ettirmek istiyor. Ciddi
soru şudur: Karşı taraf bu kadar açık bir şekilde düşmanca yoluna devam
ederken, ondan iyi niyet beklemek ne kadar mantıklıdır?
Trump: Ya Bizim Yolumuz Ya Hiçbir Yol!
Arka arkaya gelen yaptırımların yanı sıra, Amerikalı
yetkililerin açıklamalarına bakmak da İran içerisindeki Batı yanlısı akımın ne
kadar hayal dünyasında yaşadığını ortaya koyuyor. 24 Nisan Perşembe günü,
Donald Trump bir basın toplantısında şöyle dedi: "İran konusunda çok iyi
ilerlemeler kaydettik. Onlarla çok ciddi görüşmeler gerçekleştirdik. Her şey
yolunda gidiyor."
Ancak hemen ardından gerçek niyetlerini ifşa etti:
"Sadece iki seçenek var ve ikinci seçenek hiç de iyi bir seçenek
değil!"
Bu sözler, ABD başkanının dolaylı askeri tehditte
bulunmasından başka bir şey değildir. "Müzakere" duvarının ardına
gizlenen bu küçümseyici dil, eğer güçlü bir yanıtla karşılık bulmazsa, daha
önce JCPOA sürecinde yaşanan ağır tecrübelerin tekrarına yol açacaktır.
Trump’la eş zamanlı olarak, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio
da uluslararası normlara aykırı ve aşağılayıcı ifadeler kullanarak şöyle dedi:
"İran barışçıl bir nükleer program istiyorsa, zenginleştirilmiş uranyumu
ithal ederek bunu gerçekleştirebilir!"
Rubio şöyle devam etti: "Eğer bu ülke uranyum
zenginleştirmekte ısrar ederse, silah programı olmayan ama uranyum
zenginleştiren tek ülke olacak ve bu da sorun yaratacaktır!"
Bu açıklamalar, ABD’nin müzakerelere nasıl baktığını bir kez
daha ortaya koyuyor. ABD, anlaşmazlıkları çözmek bir yana, İran’ın NPT ve diğer
uluslararası belgelerde tanınan zenginleştirme hakkını da "sorun
yaratıyor" bahanesiyle ortadan kaldırmak istiyor! Böyle bir küstahlık
karşısında sessizlik, İran'ın tüm nükleer kapasitesinin sınırlanmasını kabul
etmek anlamına gelir.
Amerika'yı bir kenara bırakırsak, Avrupa'nın tutumuna
geliyoruz; tüm arabuluculuk iddialarına rağmen Avrupa, hiçbir zaman Amerika'nın
verdiği sözleri tutmamasına karşı durmadı, aksine ABD'nin nükleer anlaşmadan
(JCPOA) tek taraflı çekilmesinin ardından, etkisiz bir seyirci ve zaman zaman
da Amerikan yaptırımlarının ortağı haline geldi.
Üçüncü tur dolaylı müzakereler öncesinde, Avrupalı
yetkililer bir kez daha konuşmaya başladılar ve küstahça "Avrupa'nın
müzakereler ve anlaşmalar sürecinde rol oynaması gerektiğinden"
bahsettiler! Ancak gerçek şu ki, değişmekte olan küresel yapıda Avrupa'nın ne
etki gücü var ne bağımsız bir iradesi ne de geçmiş taahhütlerine dair bir
hafızası.
Avrupa, siyasette değil, pratikte yalnızca Amerika'nın
iradesiz bir takipçisi olmuştur. Bunun açık örneği, gülünç "INSTEX"
mekanizması, ABD'nin JCPOA'dan çekilmesine karşı tam bir eylemsizlik ve
Amerikan ikincil yaptırımlarına fiili uyumdur. Böyle etkisiz bir aktör sadece
çözümün bir parçası olamamakla kalmaz, aynı zamanda sorunun bir parçasıdır ve
her türlü müzakere sürecinin dışına itilmelidir.
Avrupalılar son 22 yılda defalarca kanıtladılar ki, İran ile
Batı arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye yönelik bir iradeye sahip değiller ve
Amerika'dan bağımsız hareket etme kabiliyetleri de yok. Hatta laf arasında
bile, Amerika'nın JCPOA'dan çekilmesine ciddi bir şekilde karşı çıkmadılar.
Aksine, utanmazca İran'ı, Amerika'nın anlaşmayı ihlal etmesini dikkate almadan,
JCPOA'daki taahhütlerini yerine getirmemekle suçladılar. Yıllarca süren
Avrupalıların İran ile Amerika arasında arabuluculuk rolü, iki ülke arasında
diplomasi yolunda en küçük bir ilerleme sağlamadığı gibi, tam tersine İran'a
yönelik baskıların artmasına yol açmıştır.
Müzakere, baskı aracı haline geldiyse, artık müzakere
değildir. Diplomasi, iki tarafın karşılıklı saygı ve samimi çözüm niyetiyle
masaya oturduğunda etkili olur. Ancak müzakere, İran milletinin kabiliyetlerini
dizginlemek için bir araç haline getirilmeye çalışılıyor ve karşı taraf tehdit
ve yaptırımlarla iradesini dayatıyorsa, bu artık müzakere değil,
"teslimiyet projesi"dir ve derhal durdurulmalıdır.
Bugün İran İslam Cumhuriyeti, yaptırımların kaldırılması
için kırmızı çizgilerini terk etmeye razı olacak bir konumda değildir. İran
milleti, ekonomik baskı, askeri tehditler ve psikolojik operasyonlar karşısında
geri adım atmayacağını kanıtlamıştır. İran müzakere ekibi de bu direnişçi
milletin temsilcisi olmalı, Batı'nın zorbalığı karşısında bir yumuşama aracı
olmamalıdır. Bugün İran ile Amerika arasındaki müzakerelerde gördüğümüz şey,
Amerika'nın gerçek bir çözüm niyetinden çok, eski ve bayatlamış "dışarıdan
baskı, içeriden müzakere" politikasının bir tekrarıdır.
Müzakerelerle eşzamanlı uygulanan yaptırımlar, Trump'ın
tehditkar açıklamaları, Rubio'nun vesayetçi tutumları ve Avrupalıların yersiz
müdahaleleri, Amerika ve müttefiklerinin bugün İran ve bölge gerçeklerini hala
doğru anlamadıklarını göstermektedir. Bu koşullarda, İran İslam Cumhuriyeti
müzakere ekibinin omuzlarında ağır bir sorumluluk vardır. Bu ekip, bu ikiyüzlü
politikalara karşı onurlu, akıllı ve açık bir tutum sergilemeli ve müzakere
sürecinin Amerika'nın isteklerinin arka bahçesine dönüşmesine izin vermemelidir.
Eğer müzakere yapılacaksa, karşılıklı saygı, eşit haklar ve açık taahhütler
temelinde yapılmalıdır. Baskı, tehdit ve yaptırımlar kokan her türlü anlaşma,
sadece başarısız olmakla kalmayacak, aksine yeni krizler yaratacaktır.