İran ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki nükleer
müzakereler, bölgesel ve uluslararası istikrar üzerinde geniş etkileri olacağı
için hâlâ küresel ilginin odağında yer alıyor.
Iraklı siyasi analist ve aktivist Necah Muhammed Ali
tarafından hazırlanan "İran ve ABD Arasındaki Nükleer Görüşmelerin
Geleceği" adlı özel yazının tamamı şu şekilde:
İran ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki nükleer
müzakereler, küresel istikrar üzerindeki geniş kapsamlı etkileri nedeniyle hâlâ
dünya gündeminin merkezinde yer almaktadır. Amerikan ve bölgesel istihbarat
bilgileri ile Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin – özellikle Suudi
Arabistan’ın – tutumları ve Irak’ın rolü dikkate alındığında, bu müzakerelerin
geleceği öngörülebilir hale gelmektedir.
Bölge, Yemen’e yönelik devam eden saldırılar ve Sana’daki
mevcut hükümet ile Ensarullah’a karşı olası bir kara harekâtına ilişkin
raporlar gibi gerilimlere sahne olurken ve bölge ülkelerinin artan rolü göz
önüne alındığında, müzakereler karmaşık zorluklarla karşı karşıyadır. Ancak bu
durum, stratejik baskılar ve çıkar dengelerine dayanan yeni senaryoların ortaya
çıkmasına da yol açabilir.
İran’ın nükleer dosyasıyla ilgili siyasi bir çözüme ulaşılma
ihtimaline dair raporların yayımlanmasıyla birlikte, Körfez İşbirliği Konseyi
ülkeleri – Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt
ve Umman – İran ile ABD arasındaki müzakereleri destekleyen birleşik bir tutum
benimsemişlerdir. Ancak bu destek, güvenlik ve ekonomik güvencelere bağlıdır.
Güvenilir raporlara göre Suudi Arabistan, BAE ve Katar,
Siyonist rejimin İran’a yönelik askeri saldırılar için hava sahalarını
kullanmasına izin vermemiştir. Bu durum, söz konusu ülkelerin İran ile doğrudan
çatışmadan kaçınma eğilimini göstermektedir. Bu tutum, ekonomik kaygılardan
kaynaklanmaktadır. Zira Körfez ülkeleri, İran ya da müttefikleri – örneğin
Yemen’deki Ensarullah – tarafından hedef alınabilecek olan petrol piyasalarının
ve hayati altyapılarının istikrarına bağımlıdır. Özellikle ABD’nin Sana’ya
yönelik saldırılarının devam ettiği bir ortamda bu risk daha da artmaktadır. Bu
ülkeler aynı zamanda müzakereleri, Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu gibi
ekonomik çeşitliliği artırmaya ve petrole olan bağımlılığı azaltmaya yönelik
kalkınma planlarını destekleyen bölgesel istikrarı sağlamak için bir fırsat
olarak görmektedir.
New York Times gazetesinin haberine göre, Körfez ülkelerinin
nükleer müzakerelere verdiği destek, 2015 yılıyla kıyaslandığında bölgede büyük
bir dönüşümü yansıtmaktadır. O dönemde Suudi Arabistan, İran ile yapılan
nükleer anlaşmaya şiddetle karşı çıkmış ve bu anlaşmayı "zayıf"
bulmuş, Tahran’ın etkisini artıracağını savunmuştu. Bugün ise bu ülkeler,
İran’ın nükleer programını sınırlandıracak ve ekonomik ve güvenlik
istikrarlarını tehdit edebilecek bir bölgesel savaşın önüne geçecek diyalogları
desteklemektedir.
Suudi Arabistan, nükleer müzakerelere destekleyici bir tutum
sergilemiş ve bölgesel ve uluslararası anlaşmazlıkların çözümü için diplomatik
çabalara destek verdiğini vurgulamıştır. Bu tutum, Suudi Arabistan ile İran
ilişkilerinde Çin’in arabuluculuğuyla 2023 yılında imzalanan normalleşme
anlaşmasından bu yana yaşanan dikkate değer bir değişimi yansıtmaktadır.
Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman’ın 17
Nisan 2025’te Tahran’a gerçekleştirdiği ve "son on yıllardaki en üst düzey
ziyaret" olarak tanımlanan seyahat, ikili diyaloğu güçlendirme ve bölgesel
istikrara destek amacıyla atılmış sembolik ve pratik bir adımdı.
Ziyaret sırasında Prens Halid, İran Genelkurmay Başkanı
Tümgeneral Muhammed Bakıri ile bir araya geldi ve Kral Selman bin Abdülaziz’in
mesajını İran’ın Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei’ye iletti. İRNA haber
ajansına göre, görüşmelerin odağında savunma ilişkilerinin geliştirilmesi,
barış ve istikrarı güçlendirmek için bölgesel iş birliği ve terörle mücadele
yer aldı.
Bu ziyaretin, Roma’daki ikinci tur nükleer müzakerelerden
önce gerçekleşmiş olması, Suudi Arabistan’ın özellikle ABD ve İsrail’in
müzakerelerin başarısız olması halinde İran’ın nükleer tesislerine saldırı
tehdidi ışığında, gerginliği azaltmada aktif rol oynama isteğini ortaya
koymaktadır. Bu ziyaretin motivasyonları birkaç faktöre dayanmaktadır: İlk
olarak, Suudi Arabistan, olası bir askeri tırmanışın petrol altyapısını
tehlikeye atabileceği endişesiyle ekonomik güvenliğini garanti altına almak
istemektedir. Bu, İran’a yakın grupların geçmişteki saldırılarında da
görülmüştür.
İkinci olarak, Riyad, Yemen’de İran’la yakınlaşma yoluyla
sağlanan gerginlik azalmasının ardından, bölgesel bir güç olarak diplomatik
etkisini artırmak istemektedir. Üçüncü olarak, Suudi Arabistan, ABD ve İran ile
ilişkilerinde denge kurarak, kendi çıkarına olmayan çatışmalardan uzak durmak
istemektedir ve Siyonist rejimin yayılmacı projesinin küresel güvenliği tehdit
ettiğinin farkındadır.
Irak’ta ise Arap Birliği’nin Bağdat’taki bir sonraki
zirvesine Ahmed el-Şeri’nin davet edilmesi tartışılırken ve Irak Başbakanı’nın
Doha’ya gizli ziyareti ve el-Şeri ile görüşmesi gündemdeyken, Irak nükleer
müzakerelere diplomatik destek rolü oynamaktadır ve İran ile ABD arasındaki
diyaloga desteğini açıklamıştır.
İran ve ABD ile yakın ilişkilere sahip olan Irak,
müzakerelerin başarılı olmasını bölgesel istikrarı güçlendirmek için bir fırsat
olarak görmektedir ki bu, ülkenin güvenliği ve ekonomisi açısından önemlidir.
Daha önce Suudi Arabistan ve İran arasındaki görüşmelere ve 2015 öncesindeki
nükleer müzakerelere ev sahipliği yapan Bağdat, tarafsız bir bölgesel aktör
olarak konumunu pekiştirmeye çalışmaktadır.
Irak bu müzakerelerden birkaç açıdan fayda sağlamaktadır:
İlk olarak, nükleer anlaşmanın başarıya ulaşması İran’a yönelik yaptırımların
kaldırılmasına yol açabilir ve bu da özellikle enerji ve ürün alanında İran ile
Irak arasındaki ikili ticareti güçlendirebilir. İkinci olarak, bölgesel
gerilimin azalması, Amerikan güçlerinin ülkede varlık gösterdiği bir ortamda
Irak topraklarına sıçrayabilecek çatışma riskini azaltır. Üçüncü olarak,
bölgesel istikrar, Irak’ın yeniden inşa çabalarına katkı sağlar; zira bu çabalar
bölgesel ve uluslararası yatırımlara bağımlıdır.
Amerikan istihbaratına ve Axios’un raporlarına göre, Trump
yönetiminde İran konusunda görüş ayrılıkları yaşanmıştır; bir yanda askeri
seçenekleri savunan bir grup, diğer yanda ise diyaloğu destekleyen diplomatik
bir akım yer almaktadır. Buna karşılık, İsrail istihbaratına ait ve Ekim
2024’te yayımlanan belgeler, İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırı
hazırlığını ortaya koyarak müzakereleri daha karmaşık hale getirmektedir. İran
ise uranyum stoklarının Rusya’ya gönderilmesi gibi bazı esnek tutumlar göstermekte,
ancak nükleer yakıt döngüsüne erişim hakkından vazgeçmemektedir.
Nükleer müzakerelerin geleceği için üç olası senaryo:
1. Kapsamlı Anlaşma: İran’ın nükleer programına sıkı
kısıtlamalar getirilmesi karşılığında yaptırımların kademeli olarak
kaldırılmasını içeren bir anlaşma. Kamuoyu atmosferi ve mevcut raporlar göz
önünde bulundurulduğunda, bu senaryo muhtemel görünmektedir.
2. Müzakerelerin Başarısızlığı: ABD’nin kabul
edilemez talepleri nedeniyle görüşmelerin çökmesi; bu durum İran’ı nükleer
programını hızlandırmaya ve askeri çatışma riskini artırmaya itebilir.
3. Geçici Anlaşma: Uranyumun transferi ve
zenginleştirme seviyesinin durdurulması veya azaltılması gibi konulara
odaklanan, büyük anlaşmazlıkların ileri bir tarihe ertelendiği bir çözüm. Şu an
itibarıyla en gerçekçi senaryo olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak, nükleer müzakereler karmaşık zorluklarla karşı
karşıyadır, ancak Suudi Arabistan’ın öncülüğünde bölgedeki kilit Arap
ülkelerinin desteği ve Irak’ın diplomatik rolü, bu müzakerelerin başarı şansını
artırmaktadır. Suudi Arabistan, savunma bakanının Tahran ziyaretiyle, ekonomik
çıkarlarını koruyacak ve diplomatik rolünü güçlendirecek bölgesel istikrarı
güvence altına alma arayışındadır. Irak ise İran ile olası ticaret ve
istikrardan fayda sağlamaktadır. İstihbarat raporlarına göre, kapsamlı bir anlaşmaya
ulaşmak zor ancak imkânsız değildir ve diplomatik diyalog, bölgeyi felakete
sürükleyebilecek gerilimlerin tırmanmasını önlemek için en iyi seçenektir.