Roma görüşmeleri, sadece İran'ın geleceği değil, aynı
zamanda emperyalist sistem içindeki yeni güç dengelerinin şekilleneceği bir
satranç tahtasına dönüşmüş durumda.
ABD ile İran arasında Roma'da devam eden nükleer görüşmeler,
sadece taraflar arasında bir diplomatik kriz olarak değil, aynı zamanda küresel
güç mücadelesinin bir arenası olarak öne çıkıyor. Bu süreçte özellikle Çin ve
Rusya'nın tutumu, emperyalist hegemonya mücadelesinin yeni safhasına işaret
ediyor.
Çin, ABD’nin İran’a uyguladığı tek taraflı yaptırımları ve
nükleer baskıyı açık şekilde eleştiriyor. ABD medyasına son zamanlarda yansıyan
haberlere göre, Çin Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin "maksimum baskı"
politikasının çözüm getirmediğini ve sorunu daha da derinleştirdiğini
vurguluyor. Pekin yönetimi, nükleer sorunun ancak diplomatik yollarla ve
şartsız diyalogla çözülebileceği görüşünde.
Çin’in bu tavrı, sadece İran'la ekonomik ilişkilerini koruma
çabası olarak değil, aynı zamanda ABD'nin Batı Asya'daki etkisini sınırlamaya
dönük genelleşmiş bir strateji olarak okunuyor. Pekin, İran ile yapılan enerji
ve ticaret anlaşmalarını bir nükleer kriz bağlamında kaybetmek istemiyor. Aynı
zamanda, ABD'nin hegemonyasına karşı Asya merkezli alternatif bir düzen inşa
etme stratejisinin bir parçası olarak İran'ın tarafsızlığını ve direnç
kapasitesini önemli görüyor.
Ticaret Hacmi: İran ile Çin arasındaki yıllık ticaret
hacmi 2022'de yaklaşık 15 milyar dolar seviyesindeydi. 2023 yılında bu rakam 17
milyar dolara ulaştı. 2024'te ise 18 milyar doları aşarak büyümesini sürdürdü.
Enerji Anlaşmaları: Çin, İran'ın en büyük petrol
müşterilerinden biri olmayı sürdürdü. 2022-2024 döneminde Çin, yaptırımlara
rağmen İran'dan yılda yaklaşık 600 bin varil/gün ham petrol satın aldı.
Yatırım ve Altyapı: İran ile Çin arasında 25 yıllık
stratejik işbirliği anlaşması kapsamında ulaşım, enerji ve iletişim altyapı
projeleri için milyarlarca dolarlık yatırımlar planlandı.
Teknoloji ve Savunma İşbirliği: 2023 itibarıyla Çinli
şirketlerin İran'da 5G altyapı projelerinde rol aldığı ve askeri teknolojilerde
bilgi paylaşımı yapıldığı bildiriliyor.
Rusya ise İran’ı, Batı’ya karşı direnebilecek önemli bir
müttefik olarak değerlendiriyor. Lavrov'un son açıklamalarından hareketle,
Moskova, ABD'nin kendi çıkarlarını dayatan tek merkezli bir dünya düzenine
karşı, farklı toplumsal ve devlet çıkarlarının tanındığı, çok merkezli bir
uluslararası yapı kurulması gerektiğini savunuyor.
Rusya'nın İran'a yaklaşımı birkaç boyut içeriyor
diyebiliriz: Öncelikle, Moskova İran'ın Batı tarafından çevrelenmesini kendi
jeopolitik çıkarlarına bir tehdit olarak görüyor. İkincisi, İran'ın bağımsız
bir bölgesel güç olarak ayakta kalması, ABD ve müttefiklerinin Batı Asya'da tam
bir hakimiyet kurmasını engelliyor. Üçüncüsü, Rusya, İran'ın enerji
kaynaklarının Batı'ya entegrasyonunu sınırlayarak hem Avrupa enerji
bağımlılığını kontrol altında tutmak hem de kendi enerji ihracatını korumak
istiyor.
Bu bağlamda Rusya, İran'ın nükleer programını tamamen
ortadan kaldırmayı değil, kontrollü bir şekilde devam ettirmesini tercih
ediyor. Böylece İran, nükleer eşiğe yakın bir statüde kalarak Batı'ya karşı
stratejik bir baskı unsuru olmayı sürdürebiliyor. Moskova'nın gözünde İran, hem
doğrudan askeri ittifak kurmak zorunda kalmadan, hem de bölgesel Amerikan
etkisini kırabilecek bir kaldıraç işlevi görüyor.
Ticaret Hacmi: Rusya ile İran arasındaki yıllık ticaret
hacmi 2022'de yaklaşık 4 milyar dolardı. 2024 itibarıyla bu rakam 6 milyar
dolara yaklaştı. Özellikle enerji ve tarım ürünlerinde işbirliği derinleşti.
(Kaynak: Reuters, Al Jazeera)
Enerji İşbirliği: Rusya, İran'a sivil nükleer enerji
alanında teknik destek sağlıyor ve enerji altyapısının modernizasyonunda rol
alıyor. İki ülke ayrıca doğalgaz projelerinde işbirliğini artırdı.
Askeri İşbirliği: 2023 ve 2024 yıllarında Rusya ile
İran arasında hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları (İHA) teknolojisi
transferi gerçekleştirildiği rapor edildi.
Roma görüşmeleri, salt bir nükleer dosya tartışması olmaktan
çıkmış durumda. İran'ı nükleer silah kapasitesine ulaşmaktan alıkoymaya çalışan
ABD'nin asıl amacı, kendi bölgesel hegemonyasını sürdürebilmek. Çin ve Rusya
ise bu süreci, ABD'nin tek taraflı düzen dayatmasına karşı kendi ağırlıklarını
arttırdıkları kutuplu sistem inşa etme fırsatı olarak görüyor.
Bununla birlikte, Çin, Rusya ve İran arasında oluşan bu
stratejik yakınlaşmanın kırılgan yönleri de göz ardı edilmemeli. Her üç aktör
de ABD'nin küresel baskısına karşı çeşitli dönemlerde ortak bir doğrultu
geliştirse de, aralarındaki yapısal farklılıklar, ekonomik asimetri ittifakı
zorlayabilir. Çin'in ekonomik çıkarlarıyla Rusya'nın jeopolitik öncelikleri
veya İran'ın bölgesel nüfuz arzusu her zaman tam uyum içinde ilerlemeyebilir.
Bu nedenle, bu üçlü iş birliği modelinin geleceği, sadece dış baskılara karşı
ortak reflekslere değil, aynı zamanda birbirlerinin önceliklerini tolere
edebilme yetkinliğine bağlı olacaktır.
Sonuç olarak, Roma görüşmeleri, sadece İran'ın geleceği değil, aynı zamanda emperyalist sistem içindeki yeni güç dengelerinin şekilleneceği bir satranç tahtasına dönüşmüş durumda/sol