Suriye Üzerinde Türkiye-İran Dalaşı

GİRİŞ: 05.03.2025 12:12      GÜNCELLEME: 05.03.2025 12:12
Rasthaber -  Hakan Fidan’ın birkaç gün önce Katar televizyonu El-Cezire TV’ye verdiği röportajın Arapçasını izledim, Dışişleri Bakanlığının sayfasında yayımlanan anında (simultane) tercümeyi de okudum. Sayın Fidan, "Başka bir ülkede huzursuzluk oluşturursanız, başkaları da size aynısını yapabilir. Dünyada artık hiçbir şey gizlenemiyor. Sizde olan yetenekler başkasında da var. Camınıza taş atılmasını istemiyorsanız komşunun camına taş atmamalısınız." dedi. İran’ın Suriye, Lübnan ve Irak başta olmak üzere başka ülkelerde “huzursuzluk” oluşturduğunu açıkça beyan ediyor. İran ile kardeşlik ve komşuluk ilişkisini önemsediğini de söyledi. Beyanatına istinaden evi camdan olan İran’ın komşularının camına taş attığını bundan mütevellit kendi camına da taşın değebileceğini ima etti.

İran medyası ve yetkililerinden sayın Fidan’ın açıklamalarına eleştiriler, tepkiler ve suçlamalar gecikmedi. İran Dışişleri Bakanlığı eleştiri ve uyarılarını paylaşmak maksadıyla Tahran’daki Büyükelçimizi Bakanlığa davet etti. İran, başka ülkelere “keyfi için veya huzursuzluk çıkarmak maksadıyla gitmediğini, İsrail işgallerini, yayılmacılığını, tehditlerini ve katliamlarını durdurmak ve İsrail’den gelen bölge devletlerini ve halklarını tehdit eden saldırılara karşı destek ve dayanışma için” mücadele ettiğini iddia ediyor. Suriye meselesinin çözümü için Türkiye ile işbirliği yaptığını, Astana sürecine destek verdiğini beyan ediyor.

Filistin ve Lübnan direnişi için can suyu olan, İsrail’in tarihi tamahları önünde set oluşturan Suriye (Esad) devletinin yıkılması sonucunda İsrail’in Filistin, Lübnan ve Suriye’de askeri üstünlük kazanması, topraklarının işgal edilmesi, 1973’ten bu yana tek karış Suriye toprağına giremeyen İsrail’in bugün Şam şehrinin surlarına kadar ulaşması, İsrail için tarihi bir fırsat yarattığını ve bunun sebebi olarak da AK Parti iktidarını sorumlu tutuyor. İran ve AK Parti hükümetinin Suriye politikalarını eleştiren yabancı medya, farklı zamanlarda, Suriye üzerinde açık ve topyekûn savaş kararı alınıncaya kadar yani 2011’e kadar dünyanın en borçsuz, en çok üreten, en güvenli ve farklı dinler ve mezhepler arasında birlikte yaşamayı en iyi başarmış olan ülkelerden birisi olan Suriye’nin ekonomik abluka, ambargo, finans ve ticaret blokları, ithalat-ihracat yasakları ile felç edildiğini iddia ediyor.

TEKFİRCİLERİN SURİYE’YE TAŞINMASI

İran ve yabancı medya, Suriye’de hâsıl olanı sadece Esad’ın rüşvet, fesat, iltimas, baskı, hukuksuzluk yönetimi ile izah edilemeyeceğini, başta ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, NATO devletleri, Ukrayna ve Türkiye’nin sorumluluğunun belirleyici olduğunu beyan ediyor. Anadolu Ajansı 2015’te, ardından birkaç gün önce Kırgızistan devlet başkanı, 20 binden fazla cihatçının en mezhepçi ve en bağnaz terör örgütlerine katılmak için Suriye’ye taşındıklarını söylüyor. İran ve yabancı gözlemciler bu tekfiri (kendisinden olmayan herkesi kâfir ilan eden) Müslüman elbisesi giymiş binlerce modern haçlının yabancı devletlerin yardımı, istihbaratın izni ve sevkiyatı, işbirliği, silahlandırması, eğitmesi olmadan binlerce kilometre uzaklıktan Suriye’ye taşınmaları mümkün olmazdı diyor.

‘ENGELLEMEZSEK TAHRAN’A GELİR’

Emperyalizm ve Siyonizm’in hedefinde olan Suriye devleti ve ordusunun dağıtılması, ülkenin ABD ve İsrail tarafından işgal edilmesi, İran ve Rusya’nın çekilmek zorunda kalması sadece Suriye’yi değil tüm bölge ülkeleri ile İsrail ile direkt cepheden savaşan Filistinli, Lübnanlı, Yemenli direniş kuvvetlerin ciddi zarar görmesine sebep oldu denilmektedir. İran devlet erkânının birçok açıklamalarında ve medyasında “Emperyalist devletlerin coğrafyamıza diktiği Siyonist İsrail zehrini ve düşmanlığını Kudüs’te, Beyrut’ta, Şam’da, Bağdat’ta durdurmadığınız takdirde sıranın Tahran’a geleceğini, bu yüzden komşu ülkelerle yakın işbirliği arzuladıklarını, bunun iç işlere müdahale olarak değil aynı amaçlar uğruna mücadele eden kuvvetlerin ittifakı olarak görülmeli” diyor. “Düşman İsrail, ABD veya İngiltere’nin yalnız hareket etmediğini, İran ve İran’a komşu ülkelerde ayrılıkçı, mezhepçi, etnikçi terör örgütlerini koruyup kolladıklarını ve her türlü imkânlarla beslediklerini” söylüyor.

BENZERLİKLER

Burada ilginç bulduğum hususu paylaşayım; İran’ın bazı devlet erkanı, medya ve çevrelerin argümanları ve iddiaları Türkiye’de bazı devlet erkanı, medya ve çevrelerin argümanları ve iddialarıyla tersten çok büyük benzerlikler arz etmektedir. Bu kesimler de İran’ın, 1979’da yaptığı Şii İslam Devrimini ihraç ettiğini, Sünni ülkelerde Şii azınlığı kışkırttığını, laik sistemlere düşman olduğunu, terör örgütleri ve yöneticileri olarak telakki ettikleri Hizbullah, Esad, Haşdi Şabi, Ensarullah, HAMAS, Filistin sol örgütleri üzerinden İsrail’e, ABD’ye, Avrupa devletlerine, Türkiye’ye, petrol zengini Arap hanedanlıklarına tehdit oluşturduğunu, İranlıların da Pers (Fars veya Farisi) İmparatorluğu hayali peşinde koştuğunu iddia ediyorlar. İran’ın Sünni ve laik yaşam nefretinin Suriye ve Lübnan’da bariz yaşandığını, İran, Hizbullah ve HAMAS gibi örgütlerin, imkân bulmaları halinde kendileri dışındaki örgüt ve toplumsal yaşama bu derece müsamahakâr davranmayacakları tecrübe ile sabit olduğunu söylüyorlar.

BU SIRADA İSRAİL MEYDAN OKUYOR

Türkiye ve İran arasında bu atışmalar ve dalaşmalar sürerken İsrail’in devlet erkânı, medyası ve çevreleri kendi argümanları ve iddiaları İran ve Türkiye’ye meydan okuyor: Suriye’de İran Şii İslam nüfuzunu, Lübnan istikrarına zarar veren Hizbullah’ı zayıflattım diyor. Körfez devletlerini tehdit eden Yemen Şiilerine had bildirdim, Arap Hanedanlıklarını korudum diyor. Irak Şiilerin Suriye üzerindeki etkisini kırdım diyor. BAAS ve Esad yönetiminin diktatörlüğünü, halkına zulüm eden ordusunu, kurumalar arasındaki iletişimini felç ettim. İran komutanlarına, milis kuvvetlerine ağır darbeler indirerek, Suriye muhalif örgüt mensuplarını silahlandırarak, hastanelerimde tedavi ederek Suriye devrimine büyük faydalar ve katkılar sağladım diyor.

Bu sayede hem kendi ülkemin güvenliğini korudum hem de mazlum Suriye halkının özgürlüğüne destek verdim. Ancak Erdoğan, devrimi ve özgürlüğü Suriye halkından çaldı ve terör örgütü El-Nusra örgütüne verdi. Ahmet Şara El-Kaide elbisesini soyup takım elbise ve kravat giymiş olabilir ama o halen bir terörist ve HTŞ bir terör örgütüdür. Erdoğan tarafından desteklenen bu örgüt Suriye’de Dürzilere, Alevilere, Hristiyanlara zulüm ediyor. Türkiye, Suriye’yi işgal ve ilhak etmek istiyor. Destekçileri bunu açıkça propaganda ediyorlar. Amaçları Suriye’de kalıcı askeri üsler inşa etmek. Erdoğan ve tebaası yeniden Osmanlı İmparatorluğu hayaliyle yaşıyor, Suriye sahasını bu hedef için laboratuvar olarak seçti, bu amaç uğruna HTŞ gibi bir terör örgütü dahil tüm araçları mubah gördü diyor.

Türkiye’nin destek verdiği Şara-HTŞ yönetiminin kendisine tabi Sünni olmayan Sünnileri dışladığını, Alevileri, Dürzileri, İsmail’i, Ezidi mezhep mensuplarını ya sopa ile tedip etmek ya da devletin tüm kurumlarından uzaklaştırılmış üçüncü sınıf ırgat zümre olarak muamelede bulunmak, Yahudi ve Hristiyanları zimmet ehli (fidye ödeyen) olarak görüyor. Benzer zihniyetin Türkiye’yi yönettiğini iddia ediyor. “Bugün Şam bir terör örgütünün işgali altındadır. Bu örgüt sadece Suriye ve bölge için değil İsrail için de bir tehdit oluşturacaktır. İsrail ve müttefikleri olarak, Hamaney Farisi Şii İmparatorluğunu Suriye’den Erdoğan’ın Sünni Osmanlı İmparatorluğu için çıkarmadık” diyor.

Not: Bir sonraki yazımızda SURİYE ÜZERİNDE İSRAİL-TÜRKİYE Savaşı’nın vuku ihtimalleri bir tiyatro mu yoksa gerçekleşmesi muhtemel hakikat mi değerlendireceğiz.

aydınlık

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM