8 Ekim tarihinde başlatılan bu katliam karşısında Hizbullah
Gazzeli kardeşlerine yardım amacıyla kendi sınır bölgelerinde cephe açarak
hemen saldırıya geçti. Bu şekilde gasıp Siyonist çete askerî birliklerinin %
35'lik kısmını Hizbullah ile savaşa hasretmek zorunda kaldı. Bu hareketle
Hizbullah tarihinde ilk defa sınır ötesi operasyona girişmiş oldu. Bu durum
karşısında güvenlik sorunu yaşayan işgalci İsrail meskûn mahâl olan sınır
bölgesindeki kasaba ve diğer yerleşim alanlarını boşaltıp işgal ettiği topraklardan
5 km geri çekilmek zorunda kaldı. Bu bölgelerden boşaltılan insanlar için Hayfa
sahilinde çadır kent kurularak mülteci kampları oluşturuldu. Siyonist çete
tarihinde ilk defa böylesi bir zilleti Hizbullah eli ile tadıyordu. Bilindiği
üzere 2000 yılında da Güney Lübnan topraklarını boşaltarak ilk zilleti ve ilk
yenilgiyi yine Hizbullah'tan tatmıştı. Ayrıca 2006'da da 33 gün/Temmuz
Savaşı'ında benzeri bir zilleti yaşamıştı... Bugün de Hizbullah, işgalci
Siyonist çeteye karşı 8 Ekim'den itibaren (bazılarına göre düşük yoğunlukta da
olsa) izzetli bir şekilde savaşını sürdürmektedir. Ancak bu durumu görmezden
gelen bazı mezhep taassubu güden cenah Hizbullah'ı savaşa müdahil olmamakla
suçlamaktadır. Oysa Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ifade ettiği
gibi, Hizbullah 8 Ekim'den itibaren savaşa müdahil olmuş ve o gün bugündür nice
bedeller ödeyerek, nice şehidler vererek kararlılıkla bu onurlu savaşı
sürdürmektedir. Ne yazık ki, bazı taassup ehli güruh bu hakikati görmemezlikten
gelmekte ve olmadık tezviratlarda bulunmaktadır. Oysa Hizbullah, kuruluş tarihi
olan 1982 senesinden bu yana Siyonist işgal çetesine karşı savaşmayı varlık
sebebi olarak görmekte ve bu yolda kınamalara aldırmadan kararlı bir şekilde
yoluna devam etmektedir. 1982 senesinde başlayıp 2000 yılının 25 Mayıs'ında
zaferle sonuçlanan 18 yıllık o amansız gerilla savaşını hatırlayalım. Bütün
bunlar neden görmezden gelinmektedir? Bunun bir tek nedeni var, o da
Hizbullah'ın Suriye iç savaşına müdahil olmasıdır.
Bu savaşı sağlıklı bir şekilde analiz edemeyen cenah olayı
şöyle yorumlamaktadır: "İşte efendim, Suriye'de IŞİD/DEAŞ, El-Kaide,
El-Nusra ve benzeri silahlı Müslüman (!) örgütler mevcut Esad rejimini
yıkacaklarken İran'ın Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü ve
Hizbullah'ın devreye girmesi ile bu hedefe ulaşılamadı. Tek suçlu İran ve onun
bölgede vekâlet savaşını sürdüren Hizbullah ve Kudüs Gücü'dür!" Evet,
düşmanlığın tek nedeni budur. Oysa 22 Arap ülkesi içerisinde Filistin davasına sahip
çıkan, Filistinli özgürlük savaşçısı Hamas/İzzettin Kassam Tugayları, İslâmî
Cihad gibi gruplara İran'dan gelen silah sevkiyatına lojistik destek sağlayan
tek Arap ülkesi Suriye iken bu iç savaşı başlatmak neyin nesi olmaktadır? Eğer
maksadınız ABD ve Siyonist çetenin piyonu olmakla tahakküm ettikleri Müslüman
halklara zilleti yaşatan rejimleri yıkmaksa, bu işe Suudi Arabistan, Ürdün, BAE
ve benzeri rejimlerden başlamanız gerekmiyor mu? Diğer bir sorumuz ise,
emellerine ulaşmak için çocuk, kadın demeden insanları en hunharca ve en
barbarca yöntemlerle katleden o canavar sürüsü mü İslâm devleti kuracak? Sırf
babası Alevî diye 8 yaşındaki çocuğun boğazını tekbirler eşliğinde kesmek hangi
din anlayışına sığar? İnsanları demir kafeslere doldurup suda boğmak hangi din fıkhında
var? Esir aldıkları (Türk askerleri de dahil olmak üzere) insanların üzerine
benzin dökerek yakmak hangi dinde var? 1700 tane polis akademisi öğrencisini
nehir kenarına götürüp tek tek kafalarına sıkıp nehire atmak hangi dinin
kurallarında var? Kısacası IŞİD ve benzeri örgütlerin Suriye ve Irak'ta
sergilediği vahşeti göz önünde bulundurmadan bu canavarları bertaraf etmek için
devreye giren İran ve Hizbullah'a düşman kesilmek hangi insafa, hangi vicdana,
hangi din anlayışına sığar?
Bakınız, sıkıntı nerede biliyor musunuz? Ön yargı ve adalet
duygusunda yaşanan eksen kayması.. Siz adalet dersiniz, İslâm'ın hakimiyetinden
söz edersiniz ama bu hakimiyet adına ve adaletin tahakkuku için en vahşiyane
bir şekilde insanlık dışı barbarlık yapanları temize çıkarır ve bu barbarlara
karşı savaşanları "İslâm'ın hakimiyetine engel olanlar" olarak
görürsünüz. İmâm Ali buyuruyor ki, "Önce hakkı tanı sonra ehlini zaten
tanırsın. Hak gerçek anlamda tanınmayınca at izi ile it izi birbirine
karıştırılmış olur. Hak murad edilir ama batıla hizmet edilir. Evet, hak amacı
güderler ama haksız bir şekilde iftira ve tezviratlarda bulunurlar.
Diyeceğimiz o ki, "Biz hakkın peşindeyiz" dersiniz
ama gittiğiniz yol yanlışsa, uyguladığınız yöntem hakka uygun değilse Allah
Teâlâ'nın rızasını baştan kaybettiniz demektir. "İslâm'da hedefe varmak
için her her yol mubahtır" anlayışı son derece yanlış bir anlayıştır. Şunu
kesinlikle bilmiş olalım ki, gidilen yol ve uygulanan yöntem hak ile mütenasip
ve insicam içerisinde olmak zorunda. İmâm Ali, hasmı ile kılıç kılıca
çarpışırken mağlup olacağını anlayan düşman kılıcını yere atıp kaçmaya
başlayınca, İmâm yanındaki silah arkadaşlarını uyarıp, "Sakın ola ki, peşinden
ok atmayın" diyor. İşte savaş ahlâkı budur. Yine yakın tarihimizden örnek
verecek olursak, Bosna savaşında Sırplar Müslümanlara çok kötü muamelelerde
bulunmuş, büyük zulümler yapmışlardı. Bosnalı askerler de, Merhum Aliya'ya
soruyor, "Biz de öyle yapalım" diye. Aliya cevaben şu anlamlı sözü
söylüyor: "Onlar bizim öğretmenimiz değil."
Bir örnek daha vermiş olalım: Malumunuz IŞİD gerek Irak'ta,
gerek Suriye'de insanlık dışı katliamlar yapmışlardı, buna mukabil Hizbullah
Genel Sekreteri Hasan Nasrallah askerlerine şu ibretlik sözü söylüyor:
"Çatışma esnasında sakın öldürmek maksadıyla ateş etmeyin, illaki ateş
edecekseniz, ayaklarına ateş edin, yaralı olarak onları ele geçirmeye bakın
zira onlar bizim yitik kardeşlerimizdir." Ne yazık ki, birileri kalkıp bu
şahsiyete olmadık iftiralar atabiliyor, tıpkı Şehid Kasım Süleymanî'ye atılan
iftiralar gibi. Kısacası kontrolsüz ve hedefini sapan hamaset sahibini büyük
veballere sokmaktadır..
Hizbullah kurulduğu tarihten itibaren Siyonist işgal çetesi
ile savaş hâlinde olduğuna bütün dünya şahit.. Bu yüzden 7 Ekim tarihinin hemen
ertesi günü ani bir durum değerlendirmesi yaparak bir gün önce üzerlerinde
bulunan teçhizatı çıkarmadan savaşa müdahil olmuşlardı. 4 bin dolayında TV
kanalının canlı yayınladığı ve 4 milyar insanın izlediği konuşmasında Hasan
Nasrallah 8 Ekim'de savaşa müdahil olduklarını ifade etmişti. Bu yüzden
başlığımızdaki soruya cevaben diyoruz ki: Hizbullah bu savaşın tam ortasında
bulunmaktadır.
NOT: Düşman zaten düşmandı; dost da bizi hakkıyla
tanımadı." (İmâm Câfer Sadık)
Vesselâm...