Konuşmasında Suriye’de 13 sivil toplum örgütü tarafından hazırlanan rapor ve ABD tarafından hazırlanan raporları aktaran Taştekin’in konuşması şu şekilde;
Suriye'de Alevilere yönelik katliamlar yer yer devam ediyor. Cinayetlerin üzerini örtebildikleri kadar örttüler ama mezhepçi saldırganlık kesilmedi. Yankıları da sürüyor. Kayıplar, ulaşılan yeni yeni ulaşılan cesetler ve yeni yeni ortaya çıkan bazı gerçeklikler var. IŞİD artığı HTŞ' meşrulaştırıp iktidara getiren bütün güçler Alevi katliamlarını sıradanlaştırmak, basite indirgemek, hatta meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapıyor. ABD’nin Suriye'ye yaptırımları aşamalı olarak kaldırmak için gönderdiği koşullar listesinde Alevi katliamının durdurulması talebi yok. Bu konuya hiç girmiyorlar. Amerikalılar sahildeki katliamlar devam ederken 10 Mart'ta SDG ile HTŞ arasında anlaşma imzalatarak Colani'yi ipten aldı. Bu tarihe geçen bir jest sayılabilir. Avrupa Birliği kanadında Almanya ve Fransa gibi birkaç ülke Alevi katliamını gündeme getiriyor ama tamamen göstermelik. Hiçbiri Şam üzerinde gerçek anlamda baskı kurmuyor, işlerine gelmiyor. Türkiye ve Katar gibi ülkeler ise canhıraş bir şekilde HTŞ'yi aklamakla meşgul. Hatta bir yayınımda bahsetmiştim, Katar merkezde siber ekipler devreye sokulmuş durumda. Bu katliamın belgelerini, görüntülerini, bunun kanıtlarını yok etmek, tahrif etmek ve durumu karıştırmak için ellerinden geleni yapıyor. Bugün sahipsiz bırakılan Alevilerin durumuna dair son gelişmelerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Suriyeli 13 sivil toplum örgütünün oluşturduğu İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, katliamla ilgili bir rapor yayınladı. Ön rapor olarak biz bunu okuduk. Daha kapsamlı rapor çıkmadı. Komite sadece 7-9 Mart tarihleri arasında, yani katliamın ilk üç gününde kayda geçen 25 katliamı ele alıyor. Bunları belgeliyor. Rapora göre bu tarihler arasında öldürülen 2246 sivilin isimleri doğrulandı. Bu arada farklı kaynaklar da bu rakamları gayriresmi olarak 5000'e kadar çıkartıyor. Dediğim gibi ulaşılamayan cesetler ya da kayıp olup da kendisinden haber alınamayan insanlar var.
Dönelim komitenin raporuna. Ölenlerden 42'si Alevi değil ama Alevileri evlerine korumak için alan ya da onları korumaya çalışan diğer mezheplerden, dinlerden insanlar. Bu katliamlar, incelemeye alınan 811 video ile belgelenmiş durumda. Bu videolar tek tek incelenmiş ve bu kayıtlara göre 10.000 kanunsuz tutuklama, kaçırılma, kaybettirme vakası kayda geçirildi. Kamu kurumlarında çalışan Aleviler işten çıkartılarak ekonomik yok oluşa sürükleniyor. Komitenin raporunu tespitlerinden birisi de bu. Sağlık ve eğitim sektöründe 2014 kişi sokağa atılmış. Sahil bölgelerinde yoksullaşma oranı nüfusun %97'sine ulaşmış. Raporda bölge görülmemiş düzeyde insani felaketin eşiğinde deniliyor. HTŞ nefret söylemini eğitim müfredatında ve kontrolündeki camilerde gizlemedi. Şam'da iktidara geldikten sonra da aynı yaklaşımını sürdürdü. Mezhepsel temelde sözlü ve fiziksel şiddet, toplu işten çıkarma olayları arttı. Şiddet kadınlar ve çocukların yanı sıra hizmet, sağlık, eğitim ve bilim sektörlerinde çalışanları da hedef alıyor deniliyor. Komite tüm Alevileri, eski rejimin kalıntıları; tüm Şiileri, İran ajanı; tüm Hristiyanları, Haçlı batının hizmetkarı; tüm Dürzileri, İsrail ajanı olarak görenlerin icraatlarını sıralıyor. Raporda terör unsurlarının yaptıkları icraatlar hakkında ne diyor; cinayetler, adam kaçırma, keyfi tutuklama, tehdit, halkı terörize etme, hakaret, evleri işgal etme, mülkleri ateşe verme, kundaklama, servetlere el koyma, kamudaki insanları işsiz bırakma… suç sicili böyle uzanıyor. Rapora göre kontrol noktalarında maskeli Suriyeliler ya da yabancılar var. Yani bu işte HTŞ müttefiklerini kastediyorlar, insanlara ırkçı, mezhepçi ve kindar sorular soruyor. Buna göre de muameleler başlıyor. Yine raporda rejim vatandaşların emniyetini sağlamak bahanesiyle aldatıcı taktikler kullanıldı diyor. Dağıtılan ordunun mensuplarına silahlarını teslim ettikten sonra zarar göremeyecekleri sözü verildi. Ancak bu sözler bir hafta sonra buharlaştı. Eski güvenlik güçleri ve memurlardan 8.276 kişi tutuklandı. Bu tutuklamaların çoğu mezhepsel gerekçelerle yapıldı. Irak ve Lübnan'a sığınanlara güvenceler verildi ama geri dönenlerin çoğu tutuklandı. Bu şekilde tutuklanan kişi sayısı 1024. Bunlar belgelenenler. Yani Komite'nin belgeleyebildiği, isimlerini listeleyebildiği kişiler. Kaçırılma ya da kaybetme vakalarında patlama yaşandı. Sadece Humus'ta 600'ü aşkın kişi kaçırıldı. Bu kaçırma olayı yani gözaltı tutuklama operasyonları çerçevesinde insanlar alınıp götürülüyor. Nereye götürüldüğü, ne yapıldığı bilinmiyor. Bazıları sağda solda ölmüş olarak bulunuyor.
Komite yaşananları soykırım olarak değerlendiriyor. Zaten raporunun başlığına da bunu yansıtmış durumdalar ve burada bazı önemli kritik bilgiler de veriliyor. Soykırım raporunda emirlerin, kendini geçici cumhurbaşkanı ilan ettiren Ebu Muhammed el-Colani yani Ahmed el- Şara'dan geldiği bilgisi paylaşılıyor. Yazışmaların Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda ifadesi ile başladığı belirtiliyor. Cumhurbaşkanı adına emirleri veren üst düzey 3 isim sıralanıyor. HTŞ'nin atadığı Savunma Bakanı Muhaf Ebu Kasra, Genelkurmay Başkanı Ali Nureddin Nassan ve Genel İstihbarat Müdürü Enes Hasan Hattab. Bu emirler kimlere gidiyor peki? Uzun bir liste var. Her şeyden önce HTŞ'nin kontrolündeki güçlere gidiyor. Genel Güvenlik İdaresi vs. Emri alan ikinci grup Yeni Suriye ordusuna katılmış olan Süleyman Şah Tugayı, Hamza Tugayı, Ahrar-ı Şarkiya, Muntazır Billah Tugayı, Fetih Tugayı ve Sultan Murad Tugayı. Bunların birkaçının Türkiye ile doğrudan ilişkisi olduğunu da biliyoruz. Üçüncü grupta yabancı cihatçılar yer alıyor. Kafkas Tugayı, Özbek Tugayı, Türkistan İslam Partisi, Uygurlar yani Faslılar Tugayı, Tacik Tugayı, Arnavut grubu, farklı milletlerden Guraba Tugayı, Pakistan'dan Beluç grubu, Azerbaycan'dan Utbe bin Farhad grubu Ve Türkiye'den Ebu Yakub el Türki Tugayı, yine de Körfez medyası ve tabii ki Türk medyası da dahil buna. Ayrıca paralel yayınlar yapıyorlar. Sonuç itibarıyla Ve Batı'dan bazı medya kuruluşları, HTŞ’nin cihatçı grupları dizginleyemediğini öne sürüyor. Dizginlemeye çalıştığını, sorumluların bunlar olduğu iddiasını öne çıkartıyor. HTŞ'yi aklama konusunda bir çaba var. Yani HTŞ iyi, etrafı kötü demeye getiriyorlar. Ayrıca HTŞ’nin Colani'nin komite kurduğunu, soruşturma komitesi kurduğunu bunu çok öne çıkarıyorlar. En nihayetinde sorumluların bulunacağını, cezalandırılacağını söylüyorlar vs. Fakat hala olayların devam ettiğini de burada vurgulayalım. Ve ayrıca bütün bu taraflar işte eski rejim kalıntılarının HTŞ güçlerine yönelik saldırılarının bütün bu olayların tetikleyici faktörü olduğunu, bu yaşananlardan onların sorumlu olduğunu öne sürüyor. Fakat bu mesele 4 Mart itibarıyla çıkmış bir mesele değil. Bu muameleler, kötü muameleler, cinayetler, adam kaçırma, öldürme, sebepsiz tutuklama, gasp vesaire bütün bunlar Esad rejimi devrildiğinden itibaren hemen sonra başladı ve hiç kesintiye uğramadı.
Bu arada ABD'nin ulusal istihbarat direktörlüğünün bir değerlendirme raporu var. Orada da katliam yer aldı. Orada kısaca yer verildi. Katliamdan doğrudan HTŞ yönetimi sorumlu tutuluyor. Amerikan istihbaratı böyle görüyor. Raporda Amerikan istihbarat raporunda aynen şu ifadeler geçiyor. HTŞ liderliğindeki geçici hükûmet güçleri, Huraseddin unsurları ve diğer cihatçı gruplarla birlikte mart ayının başlarında Suriye'nin kuzeybatısında, özellikle dini azınlıkları hedef alan ve aralarında Alevi ve Hristiyan sivillerin de bulunduğu 1000'den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan şiddet eylemlerini ve yargısız infazlara girişti. Evet, Amerikalıların da daha önce söylediğim gibi girişte HTŞ’yi kayıran bir tutumu var. Yani soruşturun diyor ama HTŞ'ye doğrudan dokundurmuyor. Özellikle Amerikan Dışişleri Bakanlığının tutumunu söylüyorum. Daha önce de bunu aktarmıştım, tekrar girmeyeceğim buna.
Bu arada Suriyeli gazeteci Kemal Şahin, kendisi de o bölgeden New Lines Magazin için bir yazı kaleme aldı. Uzunca bir yazı. Katliamların birinci dereceden tanığı akrabalarını yitirdi ve yaşadıklarını anlatıyor. Baas rejiminin 55 yılda geldiği noktaya. HTŞ rejiminin yeni Suriye rejiminin mezhepçi katliamlarla üç ayda ulaştığını vurguluyor. Aslında yazısında yer yer HTŞ’yi kayırdığı izlenimi de veriyor. Evet, bu da anlaşılır sonuçta bölgede yaşıyor. Kemal Şahin, binlerce Suriyeli ve yabancı savaşçı, gerçek düşmanın İsrail işgali altındaki güneyde değil, burada olduğuna ikna olmuş bir şekilde sahile akın etti diyor. Yani o bölgeye düşmanca muamele yapıldığını söylüyor. Bir tarafta İsrail işgali genişletiyor. İsrail, Şam, Dera ve Palmira'dan sonra bugün Lazkiye'de de çok ciddi bir bombardıman yürüttü. En az dört yeri vurduğu söyleniyor. HTŞ'nin buna verebileceği herhangi bir yanıtı yok. Onlar Alevi avlamakla meşguller. İsrail işgali genişletirken Suriye'nin yeni tekfirci cihatçı rejimi başka şeylerle meşgul oluyor. Gündemi böyle. Çarkını böyle döndürmeye çalışıyor diyelim.
Burada Suriyeli Doktor Heysem Menna, bu komitede de yer alıyor kendisi. Sahilde yaşananlar için özellikle Suriye sahillerinde yaşananlar bana Ruanda'daki soykırımı hatırlatıyor diyor. Katliamın HTŞ’nin mezhepçi nefret söyleminin bir sonucu olduğunu da vurguluyor. Bugünün meselesi değil. Nusra Cephesi kurulduğundan beri bütün çizgisi, söylemleri, icraatları İdlib'te güya bir model oluşturdular ki, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bu modeli övgüyle aktardı, anlatmaya çalıştı. Bu İdlib'deki icraatlarından beri mezhepçi düşmanlıklarının hem ideolojik olarak hem de icraatlarda ortaya koydukları düşmanlıkların en nihayetinde bu katliamı beraberinde getirdiğini söylüyor Heysem Menna. Bu grupların yıllarca Alevi düşmanlığını mücadelelerinin odak noktası haline getirdiğini de hatırlatıyor. Ve tabii bunları El Ahbar'a verdiği röportajda söylüyor. Diyor ki yeni Evkaf Bakanı, Vakıflar Bakanı, en önemli camileri çoğu Suriyeli olmayan ve İslam'ın sadece üçte üzerinden anlayan vaizlere teslim etti. Bu üç telden şunu kastediyor. Yani tahrim, tekfir ve tehcir. Haram kılma, kafir ilan etme ve patlatma. Bu durumda herhangi bir kontrol noktasında bir güvenlik görevlisi sürücüye Sünni misin Alevi misin diye sorabiliyor. Devlet memurları mezhepsel kimlikleri nedeniyle işten atılıyor diyor Heysem Menna.
Ayrıca HTŞ'nin bilimsel modeli
olarak sunduğu İdlib Üniversitesi'nin internet sitesinde Aleviler için
kullanılan ifadeleri de aktarıyor. O ifadeler aynen şöyle. Büyükleri, Hama
katliamlarında halkımızı öldürüp mallarını çalarak yer aldı. Gençleri, devrim
katliamlarında bizi öldürüp mallarımızı çalarak yer aldı. Küçükleri ise bize
yeniden musallat olduklarında katil ve gaspçı asıllarına geri döndüler. Bu
onların fıtratıdır ve pislikten yaratılmışlardır istisnasız. Büyüklerine saygı
göstermeyin, küçüklerine acımayın ve gücünüz yettiğince birliklerini dağıtın.
Evet. Böyle bakıyorlar Alevilere. O yüzden de bu katliamlar nasıl oluyor diye
sorarken bunun ideolojik altyapısını tekrar hatırlamakta fayda var. Bu
ifadelerde yanıltıcı bilgiler ve korkunç manipülasyonlar da var. Ayrıca
olguları çarpıtıyorlar. Bütün bir öğreti ki yeni müfredatta da bunlara bunlar
olacak ya da var mezhepçi bir nefret üzerine kurulu, düşmanlık üzerine kurulu. HTŞ
sorumlu değil, yabancı cihatçılar sorumlu hikayesine inanmaya devam edenler
için artık diyebileceğim fazla bir şey yok. Cinayetler durmadı. Özetle insanlar
hala kayıplarını arıyor. Kimileri malını mülkünü satıp sığınacak yer bakıyor.
Durum hiç de iç açıcı değil. Yokluk giderek büyüyor. Yani insanlar nasıl günü
kurtaracaklarına bakıyorlar. Su sorunu var, ekmek sorunu var. Maaş yok, para
yok, hiçbir şey yok. Güvence de yok.