Suriye'de Alevî Katliamı

GİRİŞ: 18.03.2025 20:18      GÜNCELLEME: 18.03.2025 20:18
Rasthaber -  Hiç kuşkusuz, başlığımız Suriye olaylarını (başından beri) sağlıklı bir zeminde ve İslâm fıkhına göre tahlil edemeyen kesimi rahatsız edecektir. Biz yine de geçmişte yaşanan olayların fıkhi boyutunu izah ettikten sonra en son yaşanan hadiseleri analitik olarak izah etmeye çalışalım. Ayrıca saniyen şunu da belirtmiş olalım ki, bir gazeteci olarak Suriye ve Irak'ta "savaş muhabiri" olarak münferiden görev yaptık. Başta Şam ve Bağdat olmak üzere birçok şehir ve kasabalarda çalışmalarımız oldu. Hayatî risk taşıyan, yani çatışmaların olduğu bölgelerde bulunduk. Bu zaman diliminde her iki ülke halkının demografik yapısını, etnik kökenlerini, mezhebî ve dinî olarak inanç konusunda ayrışan yönlerini ve kültürel değerlerini gözlemleme fırsatımız oldu. Arıca siyasetçisinden, akademisyenine, dinî kanaat önderlerinden, esnafına kadar görüşmelerimiz ve fikir alışverişlerimiz oldu. Bütün bunların ötesinde teröristlere karşı savaşan halk gönüllülerinin önderleriyle görüşüp bilgilenme imkanımız oldu. Daha sonra bu kişiler yaptıkları operasyonlarla ilgili bizlere videolar gönderdiler. Irak'ta bunların arasında Türkmen gruplar vardı. Bu gruplarla uzun yıllar iletişim halindeydik.

(Sayın okuyucumuz bunları aktarmamızın nedeni klavye gazetecisi olmadığımızı ibraz etmek içindi. Zira bu konuda klavye gazetecisi olup tezvirat içerikli ahkâm kesen ve algı operasyonu yapan çok gazeteci var.)

Kısacası saha gözlemlemelerimizden dolayı bugüne kadar Suriye ile ilgili birçok makale kaleme aldık; ayrıca Kudüs TV,  TV 5, ON4 TV,  Səher TV, Çay TV  kanallarında konuya ilişkin defaatle izahatlarda bulunduk. Ancak üzülerek ifade etmiş olalım ki içerisinde bulunduğumuz toplumda, büyük şeytan ABD ve Siyonist çetenin talepleri ve beklentileri doğrultusunda olaylara yaklaşan, olayları yorumlayan büyük bir kesim var. Özellikle bazı siyasîler ve medya kuruluşları bu konuda akla ziyan algı operasyonları yaptıklarına tanık olmaktayız. Maatteessüf ki, halkımızın ezici çoğunluğu bu tezviratlara inanıyor.

Hadiselerin fıkhî boyutuna gelince; Suriye'de 15 Mart 2011 tarihinden itibaren yaşanan şiddet olaylarının baş müsebbibi silahlı terör örgütleridir. Çünkü bütün mezheplere göre haram olan bir işe giriştiler. Beğenilmeyen bir rejimin değiştirilmesi için silaha sarılmak bütün mezheplere göre haramdır. Şu hâlde her kim olursa olsun, ister âlim kisveli kişi, ister siyasî bir yetkili olsun, silahlı kalkışmayı tasvip edenler İslâm dairesinin dışında bir yöntemi onaylamakla din dışı bir tutum içerisine girmiş olmaktadırlar. Bunun bir tek istisnası var o da Vehhabizm ideolojisidir. Bunlar Sıffin Savaşı'nın başlatıcısı Muâviye'yi referans almaktadırlar. Bu ideoloji mensupları her ne kadar Müslüman olduklarını söyleseler de, İslâm'ın onaylamadığı silahlı kalkışma yöntemini tercih ettikleri için İslâm dairesinin dışına çıkmış olmaktadırlar. Bunlar yaptıkları terör ve katliamlarla Suriye'de 1 milyon insanın ölümüne sebebiyet verdiler ve 7-8 milyon dolayında insanın doğup büyüdüğü toprakları terk etmelerine vesile oldular...

Bu teröristlere sormak lazım, Gazze'de uzun yıllara dayanan katliam var, soykırım var, peki Siyonist çeteye karşı neden savaşmıyorsunuz? Sayın okuyucumuz, ironi olarak sorduk, yoksa biz de biliyoruz ki, onlar Siyonist çete ile işbirliği içerisindeler, asla savaşmazlar. ABD'ye söz verdiler. Onlar Siyonist çeteye bir kurşun sıkmaz/sıkamaz. Bunun teminatını Şam'ı ele geçirmeden önce verdiler. Hatta Filistinli silahlı örgütlere Suriye topraklarını kullandırmayacaklarının da sözünü verdiler. Nitekim taahhütlerinde durdular. Şam'ı ele geçirdiklerinde ilk iş olarak Filistinli özgürlük savaşçısı grupların ofis ve eğitim kamplarını kapatıp silah ve mühimmatlarına el koydular. Hatırlayınız, iç savaş esnasında Siyonist çete Golan Tepeleri’nde mobil hastaneler kurmuştu ve bu teröristlerin yaralılarını tedavi ediyordu. Şimdi bedel ödeme zamanı!

Siyonist çete şimdi sahadaki gelişmeleri ve kaos ortamını fırsata çevirerek içerisinde stratejik öneme sahip olan su kaynaklarının bulunduğu üç Gazze büyüklüğünde toprağı işgal etti. Bunlar ise, "Biz İsrail ile savaşmayacağız, biz İsrail ile barış masasına oturmaya hazırız" diyorlar. İşte bu teminatlarla kendilerine Suriye'yi ele geçirme imkanı sundular. Başına 10 milyon dolar konmuş olan Colani lakaplı Ahmet eş-Şara birçok ülkeden bindirilmiş kıtalar olarak kendisine militanlık yapan sadist/ruh hastası/ insan kasabı tekfirci paramiliter ordusu ile pikaplara doluşarak Suriye'yi rahat bir şekilde ele geçirmiş oldu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın dile getirdiği husus bu şekilde tecelli etti. Hatırlayınız, Obama döneminde ABD'nin dışişleri bakanı olan Hillary Clinton, "İsrail'in güvenliği için Esad rejimi mutlaka yıkılmalıdır" demişti. Gerekçesi ise Esad rejiminin Filistinli silahlı örgütlere İran'dan gelen silah sevkiyatına lojistik destek vermesi ve Filistinli savaşçı gruplara ofis ve eğitim kampları açmasından dolayı idi.

Ne yazık ki, Suriye'deki gelişmeler bir kesim insanımız tarafından bu zaviyeden değerlendirilmemektedir. 22 Arap ülkesi içerisinde sadece Suriye rejimi fiîlen Filistin davasına sahip çıkıyordu. Ama olur mu? Bu gerçek görmezden geliniyor ve Varsa yoksa, "Zalim Esad gitsin, katil Esad gitsin!" Sormak lazım biz Suriye ile ortak bakanlar kurulu oluşturduğumuzda, pasaportsuz gidiş gelişler başladığında, tek devlet olma yolunda müspet gelişmeler kaydettiğimizde, Erdoğan ile ailece sabah kahvaltıları yapıp pikniklere gittiklerinde, deniz sefası yaptıklarında Esad nasıl bir sıfatla anılıyordu? "Kardeşim Esad" deniliyordu. Öyle değil mi? O zamanlar "katil" olmayan ve "kardeşim" olan Esad ne oldu da birden bire "katil" ilân edildi? Ne zaman ki, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gidip Esad’a ABD'nin tahkim yasalarını sundu, işte o zamandan sonra olanlar oldu. Söz konusu tahkim yasalarında Filistinli savaşçı gruplara İran'dan gelen silahların sevkiyatını sonlandırma ve Filistinli savaşçı grupların ofisleri ile eğitim kamplarının kapatılması şartı vardı. Esad, "Ben Filistin davasına ihanet etmem" diyerek tahkim yasalarını reddedince hemen ertesi günü ana akım medya rotatiflerini harekete geçirerek koro hâlinde, "Katil Esad" manşetlerini atmaya başladılar. ABD buyruklarının kabul edilmeyişi terör örgütlerinin devreye sorulmasını beraberinde getirdi. Sonra ver gelsin insanlık dışı katliamlar! İnsan ister istemez düşünüyor, ABD nasıl olur da terör örgütlerini kendi hizmetinde kullanır? Bu sözümüze itiraz edenler olacak elbette. O hâlde izah edelim: Eli silahlı terör örgütlerin maksadı mevcut Esad rejimini yıkıp yerine şeriat düzeni (!) getirmek! ABD'nin de maksadı, İsrail'in güvenliği için Esad rejimini ortadan kaldırmak. Ortak hedef hasıl olduğu için ABD terör örgütlerine silah ve mühimmat vererek hedefine rahat bir şekilde ulaşmayı düşünüyordu. Peki rejim yıkıldıktan sonra bu teröristler şeriatı (!) ilân ettiklerinde emperyalist ABD ile ters düşmeyecekler mi? ABD'nin bu konuda endişesi yok çünkü Suudi Arabistan örneği ile tecrübeli. Bu örgütlerin inanç ve akideleri Vehhabizm ideolojisi olduğu için şeriat ilan etseler de bu durum ABD hegemonyasına engel teşkil etmeyecektir. Suudi Arabistan şeriatı ne ise, (şayet Suriye'de şeriat ilan edilirse) o da Suudi Arabistan'dakinin benzeri bir şeriat olacaktır. Nitekim aradan bunca zaman geçmesine rağmen şeriatı ilân etmediler. Devlet yapısına da İslâm ismini vermediler. (Büyük bir kesim bu konuda sukutuhayale uğradı.) Bildiğiniz üzere Afganistan'da ABD işgali sonlandığında kurulan yeni hükümetin ismi "Afganistan İslâm Emirliği" oldu. Suriye'de ise, "Suriye Arap Cumhuriyeti" ismini koydular. (Oysa Suriye'de Arap olmayan azımsanmayacak unsurlar da var.) Ayrıca şunu ifade etmiş olalım ki, geçmişte yaptıkları katliamlarla bilinip tanınan ve meşhur olan teröristler rejim kurduklarında, bu rejimin ismini İslâm koysalar onları temize çıkarmaz ki. Geçmişte yaptığı terör eylemlerinden ve akıttığı kanlardan dolayı başına 10 milyon dolar konmuş bir terörist ABD'nin verdiği silahlarla ülkeyi ele geçiriyor. ABD ve diğer Batılı ülkeler menfaat devşirmek ve ülke kaynaklarına çökmek için kalkıp bu kişiyi terör listesinden çıkarıyor, sonra da bu şahıs aklanmış oluyor! Ne alâ bir durum! Bakınız, devlet statüsüne kavuşmalarına rağmen huylarından vazgeçmiyorlar. Önce Alevîlerin yoğun yaşadığı Lazkiye ve Tartus şehirlerinde "Esad artıkları" bahanesi ile sürek avını başlattılar. Bu esnada birçok genci tutuklayıp kamyonlarla bilinmeyen yerlere götürdüler. Bu şekilde tutuklama furyası ve halkın taciz edilmesi devam etti. Tutuklamalar esnasında bazı genç kızların evlerinden zorla çıkarılıp götürülüyor olması halkın tepkisini de beraberinde getirmiş oldu. Merhamet yoksunu katil/psikopat HTŞ militanı o kadar küstah bir tavır sergiliyor ki, feryat edip ağlayan kız çocuğunu yerde sürüyerek çekelemesi esnasında videoya çekiyor. Bir başka videoda ise kız çocukları ağız burunları kan-revan içerisinde feryat edip ağlıyorlar ve zalim canavarlardan merhamet dileniyorlar. En son böylesi bir taciz ve alıkoyma esnasında çatışma çıkıyor ve birkaç tane HTŞ militanı öldürülüyor. Bu esnada bölgeye alelacele takviye kuvvetleri gönderiliyor. Gelen HTŞ militanları intikam hırsı ile başlıyorlar katliama. 6 Mart Perşembe günü olaylar bu şekilde cereyan ediyor ve bu birkaç gün içerisinde aralarında kadın ve çocukların da olduğu 1500 dolayında insan katlediliyor. Bu katliamlar esnasında tıpkı geçmişte yaptıkları gibi korku ve dehşet saçmak maksadıyla işledikleri vahşet sahnelerini videoya çekip sosyal medyaya servis ediyorlar. Sokak ve caddelerde insan cesedi kaynıyor. Cesetlerin bir kısmını yakmışlar. Bu videolar diğer cinayet eylemleri gibi kısa sürede sosyal medyada dolaşıma çıktı ve yaygınlaştı. Bu dehşet sahnelerinin kamuoyuna yansıması neticesinde (en azından Birleşmiş Milletler nezdinde) zor durumda kalmamak için üst akıl devreye giriyor. Üst akıl devreye giriyor girmesine ama "katliamı durdurun" denmiyor. İzlediğimiz videoda komutanları militanlara, "Öldürün öldürebildiğiniz kadar fakat resim, selfi ve video çekmeyin" diyerek talimat veriyor. Fakat çekilen bunca resim ve videoları nasıl gizleyecekler? Sosyal medyada birçok vahşet sahnesine tanık olmaktayız. Zalim militan karşısına aldığı 15 yaşlarında bir kız çocuğunu iki metre mesafeden elindeki silahla hedef alıp tetiğe basıyor, yere düşen mazlum kızcağızın üzerine mermileri büyük bir iştiyak ve hırsla boşaltıyor. Bu canavarlık değil de nedir. Diğer bir videoda yaşlı bir adam eli silahlı militanlara yalvarıp, "çocuklarım var lütfen beni öldürmeyin" diyor. Zerre kadar merhamet taşımayan militanlar küfür ve hakaretlerle birlikte yaşlı adama kurşunları boşaltıyorlar.

Öte yandan dikkatimizi çeken bir başka videoda Almanya’dan gelmiş ruh hastası bir militan ile Almanca röportaj yapan kişi; Hıristiyan, Alevî ve Şiîlerle ilgili soru sorduğunda, "Hıristiyanlara dokunmayacağız, onlardan cizye alacağız, Şiî ve Alevîlerin hepsini öldüreceğiz, çünkü onlar mürted" diyor. Bu sefer soruyu yönelten, "Ama işin içerisine İran'ı da katarsak bölgede 150 milyon Şiî var" deyince, militan gayet pişkin ve kendinden emin bir şekilde, "Olsun, isterse 200 milyon olsunlar, hatta 500 milyon olsalar da hepsini öldüreceğiz" diyor. Sayın okuyucumuz, bu nasıl bir gözü dönmüşlük böyle? En ufak acıma duygusu taşımıyorlar. Yaptıkları canavarlığı ibadet aşkı ile yapıyorlar. Ayrıca esir aldıkları insanları yere çöktürüp emekleyerek yürümelerini emrediyorlar ve bu şekilde ellerindeki sopalarla insanların sırtlarına vurarak köpek gibi havlamalarını söylüyorlar. Bir müddet sonra ise hepsini infaz ediyorlar. Bir taraftan insanları aşağılıyorlar, diğer taraftan katliama devam ediyorlar. Katliama başladıklarından bu yana Lazkiye ve Tartus'ta insanın kanın donduran sahnelere tanık olmaktayız. Gördüğümüz videolarda boş araziler, kırsal alanlar ve fundalıklar insan cesetleri ile dolu. Ayrıca yerleşim birimlerinde birçok evi kundaklayıp yakmışlar. Evleri kundaklanıp yakılan ailelerden Sünnî olanlar da var. Sünnî aileler Alevîlere evlerini açıp onları koruma altına aldıkları tespit edilince, o Sünnî aileleri de toptan infaz edip evlerini ateşe vermişler...

Bu kısa süre içerisinde ne kadar çok vahşet ve insanlık dışı kötülüklere tanık olduk. Militanlar sokak ortasında iki kardeşi katletmiş, zavallı anneleri cesetlerin yanında oturmuş şok içerisinde. Bu mazlum anneye "hepinizi böyle öldüreceğiz" diyerek tehdit ve hakaretler ediyorlar. O esnada diğer militan ise cesedin üzerine basarak gayet pişkin ve mağrur bir şekilde poz veriyor. Daha sonra o mazlum anneyi de katlediyorlar.

Diğer bir videoya bakıyoruz, cesetleri kamyonetle dağın tepesine çıkarmışlar oradan tek tek uçuruma atıyorlar. Geçmişte bu işi bir farkla yapıyorlardı. Belediye binasına girip yakaladıkları memurları binanın üzerine çıkarıp canlı canlı aşağıya atıyorlardı. Bunlar mı Suriye'ye adalet getirecek? İnsanları demir kafeslere tıkıştırıp suda boğdular. 8 yaşında çocuğu pikabın üzerine çıkarıp boğazını tekbirler eşliğinde kestiler. Öte yandan kamyonetin üzerinde çarmıha gerdikleri adamların kafalarına peş peşe kurşun sıkıp infazlar yaptılar. Sabah namazının kaç rekat olduğunu bilemeyen TIR şoförlerini katlettiler. Hatırlayın, iki Türk askerinin üzerine benzin dökerek yakmışlardı. Şehir meydanında fiskiyeli havuzun çevresindeki demir korkuluklara bağladıkları insanların kafalarını tekbirler eşliğinde kesip sivri demirlere geçirdiler. Ne büyük vahşetti o sergilenenler. "Geçmişte yaptıklarımız, gelecekte yapacaklarımızın teminatıdır" diyerek şimdi de Lazkiye ve Tartus'ta benzeri vahşeti Alevî canlara uyguluyorlar. An itibariyle işledikleri cinayetleri gizlemek için cesetleri buldozerlerle topluyorlar ve çukur açıp gömüyorlar. Olur da Birleşmiş Milletler olay mahalline bir heyet gönderir endişesiyle bunu yaptıkları kanaatindeyiz. Bugün, Lazkiye ve Tartus şehirlerinde tıpkı 11 Temmuz 1995 tarihinde Bosna'nın Srebrenitsa kasabasında yapılan toplu katliam ve toplu mezarlara gömme eylemi gibi bir sahne yaşanıyor. Son bir hafta içerisinde yapılan katliamlar esnasında resmi olmamakla birlikte 10 binin üzerinde insanın öldürüldüğü iddia ediliyor. Bu katliamlardan canlarını kurtaran insanlar Lazkiye kentinde bulunan Rusya'nın askerî üssüne sığındılar. Bir kısmı ise boğulma tehlikesine rağmen can havliyle nehiri geçip Lübnan’a sığınıyor...

Dün Hatay kentimizde on binlerce insanımız yaşanan bu katliamın bir an evvel durdurulması için miting yaptı. Orada sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri hükümete seslenerek bu katliamın bir an evvel durdurulması için taleplerde bulundular. Eş zamanlı olarak dün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın aralarında bulunduğu bir heyet Şam'a gidip Colani lakaplı Ahmet eş-Şara ile görüştü. Umarız bu kan bir an evvel durdurulur...

Geçmişe baktığımızda, HTŞ İdlip’te konuşlanıp saldırı hazırlığı yaptığı esnada Ankara onlara yardım etti. Bu nedenle diyebiliriz ki, Ankara'nın bu son gelişmelerle ilintili olarak mesuliyeti ve vebali büyük. Ankara HTŞ'nin anatomik yapısını ve tıynetini biliyordu. En azından bunların geçmişi ve sicili göz önünde bulundurulmalıydı. Ama öyle yapılmadı, ABD'nin talebi üzerine onlara yardım edildi. Nitekim Erdoğan bir demecinde, "Ey Amerika Özgür Suriye Ordusu’nu beraber kurmadık mı? Obama döneminde ÖSO'yu biz kurduk!" diyerek bu gerçeği itiraf etmişti. ÖSO ise HTŞ'nin en güçlü müttefiki ve bileşeni. Diğer terör örgütlerini de saflarına katıp birlikte hareket edip Şam'ı ele geçirdiler. Şimdi birlikte Lazkiye ve Tartus'ta katliam yapıyorlar. Elbette ki, Ankara bu mesuliyet ve vebâle ortaktır. Çünkü Şam'ın alınması Ankara'nın desteği ile gerçekleşti. Yanlış baştan yapıldı. Yazımıza başlarken belirttiğimiz gibi bütün mezheplere göre, daha doğrusu İslâm fıkhına göre beğenilmeyen bir rejimin değiştirilmesi maksadıyla silahlı kalkışmada bulunmak caiz değildir. Bu hakikate mebni olarak her kim veya hangi örgüt eline silah aldığı an teröristtir ve akıtılan her damla kanın vebali onların üzerinedir. Ayrıca onlara destek olan ülkeler de bu vebâle ortaktır. Bu iç savaş sürecinde Suriye'de 1 milyon dolayında insan öldü. Bırakın 1 milyon insanı, bir tek insanın öldürülmesi dinimiz nezdinde ve insanî açıdan korkunç veballeri beraberinde getirmektedir. Yüce Rabbimiz iki ayetle şöle ikazda bulunuyor: "Taammüden bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir." (Mâide: 32) "Taammüden bir insanı öldürenin yeri ebedi cehennemdir." (Nisa: 93) Sayın okuyucumuz, bu yüzden biz diyoruz ki, yüce dinimiz nezdinde insan hayatı mukaddestir, insanın dokunulmazlığı vardır. Allah Teâlâ insanı her şeyden önce "eşref-i mahlûk" olarak yaratmıştır. (İsrâ: 70) İnsan bu özelliği ile saygın ve izzet sahibidir. Yine Kûr’ân'ı referans alarak ifade edecek olursak, Yüce Rabbimiz Abese Sûresi'nin 1'nci ayetinde insanın insana kızgın bakmasını ve surat ekşitmesini men etmektedir. Ayrıca Lokman Sûresi'nin 19'ncu ayetinde ses tonunun yükseltilmesini yasaklamaktadır. Gördüğünüz gibi yüce dinimiz bize mükemmel davranış kalıpları ve nezaket kuralları sunup ikaz mahiyetinde önermede bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki, İslâm ümmeti bünyesinde azımsanmayan ve her geçen gün kendilerine taraftar bulup palazlanan bir kesim bu mükemmel kriterlerden  fersah fersah uzaklaşıp İslâm dışı Vehhabizm ideolojine angaje olmuşlar ve ölüm mangalarına dönüşmüşler. Böyle mi olmalıydı? Biz İslâm ümmeti olarak dünya insanlığına "rol-model" olmamız gerekirken böylesine vahşet sahneleri ile dünya halkları nezdinde çok kötü imaj kaybı yaşıyoruz. Batılılar bu tekfirci grupların sergilediği vahşete bakarak bize "barbar Müslümanlar" diyorlar. Biz ümmet olarak bu zillet ve aşağılık durumdan nasıl kurtulacağız? Oysa biz Müslümanlar adaletle dünyayı dizayn etmek misyon ve sorumluluğuna sahibiz. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz iyi olanı tesis eder olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Âl-i İmrân: 110) Ne yazık ki, 2 milyarı aşan ve 57 parçaya bölünmüş bir ümmet olarak bu misyondan çok uzağız...

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM