(Sayın okuyucumuz bunları aktarmamızın nedeni klavye
gazetecisi olmadığımızı ibraz etmek içindi. Zira bu konuda klavye gazetecisi
olup tezvirat içerikli ahkâm kesen ve algı operasyonu yapan çok gazeteci var.)
Kısacası saha gözlemlemelerimizden dolayı bugüne kadar
Suriye ile ilgili birçok makale kaleme aldık; ayrıca Kudüs TV, TV 5, ON4 TV,
Səher TV, Çay TV kanallarında
konuya ilişkin defaatle izahatlarda bulunduk. Ancak üzülerek ifade etmiş olalım
ki içerisinde bulunduğumuz toplumda, büyük şeytan ABD ve Siyonist çetenin
talepleri ve beklentileri doğrultusunda olaylara yaklaşan, olayları yorumlayan
büyük bir kesim var. Özellikle bazı siyasîler ve medya kuruluşları bu konuda
akla ziyan algı operasyonları yaptıklarına tanık olmaktayız. Maatteessüf ki,
halkımızın ezici çoğunluğu bu tezviratlara inanıyor.
Hadiselerin fıkhî boyutuna gelince; Suriye'de 15 Mart 2011
tarihinden itibaren yaşanan şiddet olaylarının baş müsebbibi silahlı terör
örgütleridir. Çünkü bütün mezheplere göre haram olan bir işe giriştiler.
Beğenilmeyen bir rejimin değiştirilmesi için silaha sarılmak bütün mezheplere
göre haramdır. Şu hâlde her kim olursa olsun, ister âlim kisveli kişi, ister
siyasî bir yetkili olsun, silahlı kalkışmayı tasvip edenler İslâm dairesinin
dışında bir yöntemi onaylamakla din dışı bir tutum içerisine girmiş olmaktadırlar.
Bunun bir tek istisnası var o da Vehhabizm ideolojisidir. Bunlar Sıffin
Savaşı'nın başlatıcısı Muâviye'yi referans almaktadırlar. Bu ideoloji
mensupları her ne kadar Müslüman olduklarını söyleseler de, İslâm'ın
onaylamadığı silahlı kalkışma yöntemini tercih ettikleri için İslâm dairesinin
dışına çıkmış olmaktadırlar. Bunlar yaptıkları terör ve katliamlarla Suriye'de
1 milyon insanın ölümüne sebebiyet verdiler ve 7-8 milyon dolayında insanın
doğup büyüdüğü toprakları terk etmelerine vesile oldular...
Bu teröristlere sormak lazım, Gazze'de uzun yıllara dayanan
katliam var, soykırım var, peki Siyonist çeteye karşı neden savaşmıyorsunuz?
Sayın okuyucumuz, ironi olarak sorduk, yoksa biz de biliyoruz ki, onlar
Siyonist çete ile işbirliği içerisindeler, asla savaşmazlar. ABD'ye söz
verdiler. Onlar Siyonist çeteye bir kurşun sıkmaz/sıkamaz. Bunun teminatını
Şam'ı ele geçirmeden önce verdiler. Hatta Filistinli silahlı örgütlere Suriye
topraklarını kullandırmayacaklarının da sözünü verdiler. Nitekim taahhütlerinde
durdular. Şam'ı ele geçirdiklerinde ilk iş olarak Filistinli özgürlük savaşçısı
grupların ofis ve eğitim kamplarını kapatıp silah ve mühimmatlarına el
koydular. Hatırlayınız, iç savaş esnasında Siyonist çete Golan Tepeleri’nde
mobil hastaneler kurmuştu ve bu teröristlerin yaralılarını tedavi ediyordu.
Şimdi bedel ödeme zamanı!
Siyonist çete şimdi sahadaki gelişmeleri ve kaos ortamını
fırsata çevirerek içerisinde stratejik öneme sahip olan su kaynaklarının
bulunduğu üç Gazze büyüklüğünde toprağı işgal etti. Bunlar ise, "Biz
İsrail ile savaşmayacağız, biz İsrail ile barış masasına oturmaya hazırız"
diyorlar. İşte bu teminatlarla kendilerine Suriye'yi ele geçirme imkanı
sundular. Başına 10 milyon dolar konmuş olan Colani lakaplı Ahmet eş-Şara
birçok ülkeden bindirilmiş kıtalar olarak kendisine militanlık yapan sadist/ruh
hastası/ insan kasabı tekfirci paramiliter ordusu ile pikaplara doluşarak
Suriye'yi rahat bir şekilde ele geçirmiş oldu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton'ın dile getirdiği husus bu şekilde tecelli etti. Hatırlayınız,
Obama döneminde ABD'nin dışişleri bakanı olan Hillary Clinton, "İsrail'in
güvenliği için Esad rejimi mutlaka yıkılmalıdır" demişti. Gerekçesi ise
Esad rejiminin Filistinli silahlı örgütlere İran'dan gelen silah sevkiyatına
lojistik destek vermesi ve Filistinli savaşçı gruplara ofis ve eğitim kampları
açmasından dolayı idi.
Ne yazık ki, Suriye'deki gelişmeler bir kesim insanımız
tarafından bu zaviyeden değerlendirilmemektedir. 22 Arap ülkesi içerisinde
sadece Suriye rejimi fiîlen Filistin davasına sahip çıkıyordu. Ama olur mu? Bu
gerçek görmezden geliniyor ve Varsa yoksa, "Zalim Esad gitsin, katil Esad
gitsin!" Sormak lazım biz Suriye ile ortak bakanlar kurulu
oluşturduğumuzda, pasaportsuz gidiş gelişler başladığında, tek devlet olma
yolunda müspet gelişmeler kaydettiğimizde, Erdoğan ile ailece sabah kahvaltıları
yapıp pikniklere gittiklerinde, deniz sefası yaptıklarında Esad nasıl bir
sıfatla anılıyordu? "Kardeşim Esad" deniliyordu. Öyle değil mi? O
zamanlar "katil" olmayan ve "kardeşim" olan Esad ne oldu da
birden bire "katil" ilân edildi? Ne zaman ki, dönemin Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu gidip Esad’a ABD'nin tahkim yasalarını sundu, işte o
zamandan sonra olanlar oldu. Söz konusu tahkim yasalarında Filistinli savaşçı
gruplara İran'dan gelen silahların sevkiyatını sonlandırma ve Filistinli
savaşçı grupların ofisleri ile eğitim kamplarının kapatılması şartı vardı.
Esad, "Ben Filistin davasına ihanet etmem" diyerek tahkim yasalarını
reddedince hemen ertesi günü ana akım medya rotatiflerini harekete geçirerek
koro hâlinde, "Katil Esad" manşetlerini atmaya başladılar. ABD
buyruklarının kabul edilmeyişi terör örgütlerinin devreye sorulmasını
beraberinde getirdi. Sonra ver gelsin insanlık dışı katliamlar! İnsan ister
istemez düşünüyor, ABD nasıl olur da terör örgütlerini kendi hizmetinde
kullanır? Bu sözümüze itiraz edenler olacak elbette. O hâlde izah edelim: Eli
silahlı terör örgütlerin maksadı mevcut Esad rejimini yıkıp yerine şeriat
düzeni (!) getirmek! ABD'nin de maksadı, İsrail'in güvenliği için Esad rejimini
ortadan kaldırmak. Ortak hedef hasıl olduğu için ABD terör örgütlerine silah ve
mühimmat vererek hedefine rahat bir şekilde ulaşmayı düşünüyordu. Peki rejim
yıkıldıktan sonra bu teröristler şeriatı (!) ilân ettiklerinde emperyalist ABD
ile ters düşmeyecekler mi? ABD'nin bu konuda endişesi yok çünkü Suudi Arabistan
örneği ile tecrübeli. Bu örgütlerin inanç ve akideleri Vehhabizm ideolojisi
olduğu için şeriat ilan etseler de bu durum ABD hegemonyasına engel teşkil
etmeyecektir. Suudi Arabistan şeriatı ne ise, (şayet Suriye'de şeriat ilan
edilirse) o da Suudi Arabistan'dakinin benzeri bir şeriat olacaktır. Nitekim
aradan bunca zaman geçmesine rağmen şeriatı ilân etmediler. Devlet yapısına da
İslâm ismini vermediler. (Büyük bir kesim bu konuda sukutuhayale uğradı.)
Bildiğiniz üzere Afganistan'da ABD işgali sonlandığında kurulan yeni hükümetin
ismi "Afganistan İslâm Emirliği" oldu. Suriye'de ise, "Suriye
Arap Cumhuriyeti" ismini koydular. (Oysa Suriye'de Arap olmayan
azımsanmayacak unsurlar da var.) Ayrıca şunu ifade etmiş olalım ki, geçmişte
yaptıkları katliamlarla bilinip tanınan ve meşhur olan teröristler rejim
kurduklarında, bu rejimin ismini İslâm koysalar onları temize çıkarmaz ki.
Geçmişte yaptığı terör eylemlerinden ve akıttığı kanlardan dolayı başına 10
milyon dolar konmuş bir terörist ABD'nin verdiği silahlarla ülkeyi ele
geçiriyor. ABD ve diğer Batılı ülkeler menfaat devşirmek ve ülke kaynaklarına
çökmek için kalkıp bu kişiyi terör listesinden çıkarıyor, sonra da bu şahıs
aklanmış oluyor! Ne alâ bir durum! Bakınız, devlet statüsüne kavuşmalarına
rağmen huylarından vazgeçmiyorlar. Önce Alevîlerin yoğun yaşadığı Lazkiye ve
Tartus şehirlerinde "Esad artıkları" bahanesi ile sürek avını
başlattılar. Bu esnada birçok genci tutuklayıp kamyonlarla bilinmeyen yerlere
götürdüler. Bu şekilde tutuklama furyası ve halkın taciz edilmesi devam etti.
Tutuklamalar esnasında bazı genç kızların evlerinden zorla çıkarılıp
götürülüyor olması halkın tepkisini de beraberinde getirmiş oldu. Merhamet
yoksunu katil/psikopat HTŞ militanı o kadar küstah bir tavır sergiliyor ki,
feryat edip ağlayan kız çocuğunu yerde sürüyerek çekelemesi esnasında videoya
çekiyor. Bir başka videoda ise kız çocukları ağız burunları kan-revan
içerisinde feryat edip ağlıyorlar ve zalim canavarlardan merhamet dileniyorlar.
En son böylesi bir taciz ve alıkoyma esnasında çatışma çıkıyor ve birkaç tane
HTŞ militanı öldürülüyor. Bu esnada bölgeye alelacele takviye kuvvetleri
gönderiliyor. Gelen HTŞ militanları intikam hırsı ile başlıyorlar katliama. 6
Mart Perşembe günü olaylar bu şekilde cereyan ediyor ve bu birkaç gün içerisinde
aralarında kadın ve çocukların da olduğu 1500 dolayında insan katlediliyor. Bu
katliamlar esnasında tıpkı geçmişte yaptıkları gibi korku ve dehşet saçmak
maksadıyla işledikleri vahşet sahnelerini videoya çekip sosyal medyaya servis
ediyorlar. Sokak ve caddelerde insan cesedi kaynıyor. Cesetlerin bir kısmını
yakmışlar. Bu videolar diğer cinayet eylemleri gibi kısa sürede sosyal medyada
dolaşıma çıktı ve yaygınlaştı. Bu dehşet sahnelerinin kamuoyuna yansıması
neticesinde (en azından Birleşmiş Milletler nezdinde) zor durumda kalmamak için
üst akıl devreye giriyor. Üst akıl devreye giriyor girmesine ama "katliamı
durdurun" denmiyor. İzlediğimiz videoda komutanları militanlara,
"Öldürün öldürebildiğiniz kadar fakat resim, selfi ve video çekmeyin"
diyerek talimat veriyor. Fakat çekilen bunca resim ve videoları nasıl
gizleyecekler? Sosyal medyada birçok vahşet sahnesine tanık olmaktayız. Zalim
militan karşısına aldığı 15 yaşlarında bir kız çocuğunu iki metre mesafeden
elindeki silahla hedef alıp tetiğe basıyor, yere düşen mazlum kızcağızın
üzerine mermileri büyük bir iştiyak ve hırsla boşaltıyor. Bu canavarlık değil
de nedir. Diğer bir videoda yaşlı bir adam eli silahlı militanlara yalvarıp,
"çocuklarım var lütfen beni öldürmeyin" diyor. Zerre kadar merhamet
taşımayan militanlar küfür ve hakaretlerle birlikte yaşlı adama kurşunları
boşaltıyorlar.
Öte yandan dikkatimizi çeken bir başka videoda Almanya’dan
gelmiş ruh hastası bir militan ile Almanca röportaj yapan kişi; Hıristiyan,
Alevî ve Şiîlerle ilgili soru sorduğunda, "Hıristiyanlara dokunmayacağız,
onlardan cizye alacağız, Şiî ve Alevîlerin hepsini öldüreceğiz, çünkü onlar
mürted" diyor. Bu sefer soruyu yönelten, "Ama işin içerisine İran'ı
da katarsak bölgede 150 milyon Şiî var" deyince, militan gayet pişkin ve
kendinden emin bir şekilde, "Olsun, isterse 200 milyon olsunlar, hatta 500
milyon olsalar da hepsini öldüreceğiz" diyor. Sayın okuyucumuz, bu nasıl
bir gözü dönmüşlük böyle? En ufak acıma duygusu taşımıyorlar. Yaptıkları
canavarlığı ibadet aşkı ile yapıyorlar. Ayrıca esir aldıkları insanları yere
çöktürüp emekleyerek yürümelerini emrediyorlar ve bu şekilde ellerindeki
sopalarla insanların sırtlarına vurarak köpek gibi havlamalarını
söylüyorlar. Bir müddet sonra ise hepsini infaz ediyorlar. Bir taraftan
insanları aşağılıyorlar, diğer taraftan katliama devam ediyorlar. Katliama başladıklarından
bu yana Lazkiye ve Tartus'ta insanın kanın donduran sahnelere tanık olmaktayız.
Gördüğümüz videolarda boş araziler, kırsal alanlar ve fundalıklar insan
cesetleri ile dolu. Ayrıca yerleşim birimlerinde birçok evi kundaklayıp
yakmışlar. Evleri kundaklanıp yakılan ailelerden Sünnî olanlar da var. Sünnî
aileler Alevîlere evlerini açıp onları koruma altına aldıkları tespit edilince,
o Sünnî aileleri de toptan infaz edip evlerini ateşe vermişler...
Bu kısa süre içerisinde ne kadar çok vahşet ve insanlık dışı
kötülüklere tanık olduk. Militanlar sokak ortasında iki kardeşi katletmiş,
zavallı anneleri cesetlerin yanında oturmuş şok içerisinde. Bu mazlum anneye
"hepinizi böyle öldüreceğiz" diyerek tehdit ve hakaretler ediyorlar.
O esnada diğer militan ise cesedin üzerine basarak gayet pişkin ve mağrur bir
şekilde poz veriyor. Daha sonra o mazlum anneyi de katlediyorlar.
Diğer bir videoya bakıyoruz, cesetleri kamyonetle dağın
tepesine çıkarmışlar oradan tek tek uçuruma atıyorlar. Geçmişte bu işi bir
farkla yapıyorlardı. Belediye binasına girip yakaladıkları memurları binanın
üzerine çıkarıp canlı canlı aşağıya atıyorlardı. Bunlar mı Suriye'ye adalet
getirecek? İnsanları demir kafeslere tıkıştırıp suda boğdular. 8 yaşında çocuğu
pikabın üzerine çıkarıp boğazını tekbirler eşliğinde kestiler. Öte yandan
kamyonetin üzerinde çarmıha gerdikleri adamların kafalarına peş peşe kurşun
sıkıp infazlar yaptılar. Sabah namazının kaç rekat olduğunu bilemeyen TIR
şoförlerini katlettiler. Hatırlayın, iki Türk askerinin üzerine benzin dökerek
yakmışlardı. Şehir meydanında fiskiyeli havuzun çevresindeki demir korkuluklara
bağladıkları insanların kafalarını tekbirler eşliğinde kesip sivri demirlere
geçirdiler. Ne büyük vahşetti o sergilenenler. "Geçmişte yaptıklarımız,
gelecekte yapacaklarımızın teminatıdır" diyerek şimdi de Lazkiye ve
Tartus'ta benzeri vahşeti Alevî canlara uyguluyorlar. An itibariyle işledikleri
cinayetleri gizlemek için cesetleri buldozerlerle topluyorlar ve çukur açıp
gömüyorlar. Olur da Birleşmiş Milletler olay mahalline bir heyet gönderir
endişesiyle bunu yaptıkları kanaatindeyiz. Bugün, Lazkiye ve Tartus
şehirlerinde tıpkı 11 Temmuz 1995 tarihinde Bosna'nın Srebrenitsa kasabasında
yapılan toplu katliam ve toplu mezarlara gömme eylemi gibi bir sahne yaşanıyor.
Son bir hafta içerisinde yapılan katliamlar esnasında resmi olmamakla birlikte
10 binin üzerinde insanın öldürüldüğü iddia ediliyor. Bu katliamlardan
canlarını kurtaran insanlar Lazkiye kentinde bulunan Rusya'nın askerî üssüne
sığındılar. Bir kısmı ise boğulma tehlikesine rağmen can havliyle nehiri geçip
Lübnan’a sığınıyor...
Dün Hatay kentimizde on binlerce insanımız yaşanan bu
katliamın bir an evvel durdurulması için miting yaptı. Orada sivil toplum
kuruluşlarının önde gelenleri hükümete seslenerek bu katliamın bir an evvel
durdurulması için taleplerde bulundular. Eş zamanlı olarak dün Dışişleri Bakanı
Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın
aralarında bulunduğu bir heyet Şam'a gidip Colani lakaplı Ahmet eş-Şara ile
görüştü. Umarız bu kan bir an evvel durdurulur...
Geçmişe baktığımızda, HTŞ İdlip’te konuşlanıp saldırı
hazırlığı yaptığı esnada Ankara onlara yardım etti. Bu nedenle diyebiliriz ki,
Ankara'nın bu son gelişmelerle ilintili olarak mesuliyeti ve vebali büyük.
Ankara HTŞ'nin anatomik yapısını ve tıynetini biliyordu. En azından bunların
geçmişi ve sicili göz önünde bulundurulmalıydı. Ama öyle yapılmadı, ABD'nin
talebi üzerine onlara yardım edildi. Nitekim Erdoğan bir demecinde, "Ey
Amerika Özgür Suriye Ordusu’nu beraber kurmadık mı? Obama döneminde ÖSO'yu biz kurduk!"
diyerek bu gerçeği itiraf etmişti. ÖSO ise HTŞ'nin en güçlü müttefiki ve
bileşeni. Diğer terör örgütlerini de saflarına katıp birlikte hareket edip
Şam'ı ele geçirdiler. Şimdi birlikte Lazkiye ve Tartus'ta katliam yapıyorlar.
Elbette ki, Ankara bu mesuliyet ve vebâle ortaktır. Çünkü Şam'ın alınması
Ankara'nın desteği ile gerçekleşti. Yanlış baştan yapıldı. Yazımıza başlarken
belirttiğimiz gibi bütün mezheplere göre, daha doğrusu İslâm fıkhına göre
beğenilmeyen bir rejimin değiştirilmesi maksadıyla silahlı kalkışmada bulunmak
caiz değildir. Bu hakikate mebni olarak her kim veya hangi örgüt eline silah
aldığı an teröristtir ve akıtılan her damla kanın vebali onların üzerinedir.
Ayrıca onlara destek olan ülkeler de bu vebâle ortaktır. Bu iç savaş sürecinde
Suriye'de 1 milyon dolayında insan öldü. Bırakın 1 milyon insanı, bir tek
insanın öldürülmesi dinimiz nezdinde ve insanî açıdan korkunç veballeri
beraberinde getirmektedir. Yüce Rabbimiz iki ayetle şöle ikazda bulunuyor:
"Taammüden bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir."
(Mâide: 32) "Taammüden bir insanı öldürenin yeri ebedi cehennemdir."
(Nisa: 93) Sayın okuyucumuz, bu yüzden biz diyoruz ki, yüce dinimiz nezdinde
insan hayatı mukaddestir, insanın dokunulmazlığı vardır. Allah Teâlâ insanı her
şeyden önce "eşref-i mahlûk" olarak yaratmıştır. (İsrâ: 70) İnsan bu
özelliği ile saygın ve izzet sahibidir. Yine Kûr’ân'ı referans alarak ifade
edecek olursak, Yüce Rabbimiz Abese Sûresi'nin 1'nci ayetinde insanın insana kızgın
bakmasını ve surat ekşitmesini men etmektedir. Ayrıca Lokman Sûresi'nin 19'ncu
ayetinde ses tonunun yükseltilmesini yasaklamaktadır. Gördüğünüz gibi yüce
dinimiz bize mükemmel davranış kalıpları ve nezaket kuralları sunup ikaz
mahiyetinde önermede bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki, İslâm ümmeti
bünyesinde azımsanmayan ve her geçen gün kendilerine taraftar bulup palazlanan
bir kesim bu mükemmel kriterlerden
fersah fersah uzaklaşıp İslâm dışı Vehhabizm ideolojine angaje olmuşlar
ve ölüm mangalarına dönüşmüşler. Böyle mi olmalıydı? Biz İslâm ümmeti olarak
dünya insanlığına "rol-model" olmamız gerekirken böylesine vahşet
sahneleri ile dünya halkları nezdinde çok kötü imaj kaybı yaşıyoruz. Batılılar
bu tekfirci grupların sergilediği vahşete bakarak bize "barbar Müslümanlar"
diyorlar. Biz ümmet olarak bu zillet ve aşağılık durumdan nasıl kurtulacağız?
Oysa biz Müslümanlar adaletle dünyayı dizayn etmek misyon ve sorumluluğuna
sahibiz. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz iyi olanı
tesis eder olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Âl-i İmrân: 110) Ne yazık
ki, 2 milyarı aşan ve 57 parçaya bölünmüş bir ümmet olarak bu
misyondan çok uzağız...