Rasthaber - Kimi kaynakta Fahr-i Kâinat Efendimiz Muhammed Mustafa’ya kimin de ise Emirû’l-Müminin Ali’ye nispet verilen “Rûtbetû'l-ilmi a'le'r-rûteb” ‘İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir/âlâsıdır.’ cümlesi hem hattatlar arasında kadrince yer bulmuş hem de ilim peşinde koşanları bu kutlu yolda motive etmiştir.
İnsanın yaratılışının başlangıcında, kendisinin yeryüzü hilâfetine liyakati, ilimle ortaya konulmuştur. Bu itibarla insanın insaniyet şerefi ile ilim arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Meleklerin kendisine boyun eğip saygı duyması da onun ilmine bağlanmıştır. Öyleyse ilim, kişiliğin itibar ve saygı görmesinde ve daha ötede varlık üzerindeki tasarruflarda belirleyici bir iktidar vesilesidir.
İlim/bilgi, eşyanın/varlığın hakikatleriyle kavranmasıdır. Kur’an’da ‘ilm kelimesi, zannın (kanaatin), tutarsız sahte bilginin zıddı olup tam olarak istikrar kazanmış sağlam bilgi anlamındadır. Bu da öncelikle başkasından değil, doğrudan doğruya Allah’ın vahyinden alınan bilgidir.
Kelimenin tam manasıyla sağlamdır, haktır. Çünkü tek gerçek varlıktan gelmektedir. Kur’an, ilmin kaynağı olarak genelde Allah’ı gösteriyorsa da kendisine bahşedilen fıtrî kâbiliyetler sayesinde insanın elde ettiği bilgiye de ‘ilm denilebileceğine işâret etmektedir. Kur’an’da insana bilgi edinme yolları olarak kulak, göz ve gönül gibi vasıtaların lütfedildiği bildirildiğine göre bunlar aracılığı ile doğru ve güvenilir bir şekilde elde edilen bilgilere de “ilm” adı verilebilecektir. Zira kâinatta varlığı bildirilen âyetler, ancak bu vasıtalar ile görülüp anlaşılabileceğinden, sıhhatli duyu ve yeteneklerin verdiği, deney, tecrübe ve müşâhedeye dayalı sonuçların -hepsi olmasa bile hiç değilse bir kısmının- ‘ilm’ olarak isimlendirilebileceği açıktır. Fakat farklı yollardan elde edilen bilgiler, ilâhî bilgiye uyumlu değilse, Kur’an’a göre bu çeşit bilgiler zan derecesine iner ve bu da, hakikat nâmına hiç bir şey ifade etmez.
“Bilenlerle bilmeyenler, hiçbir zaman eşit olmayacaklardır”
Zira ilim, insanı sürekli büyüten, geliştiren, şerefini artıran ve gücüne güç katan bir değerdir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“…Allah, içinizden îman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş bulunanları derecelerle yükseltir de yükseltir.”[1]
Allah Resûlü de buyurmuştur:
“İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir.”
Bir gün Rasûlullah mescide girince halka hâlinde oturmuş iki grupla karşılaşır. Gruplardan biri Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyordu. Diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Bunu gören Nebiyy-i Muhterem Efendimiz:
“Bunların hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyorlar. Allah dilerse onlara (istediklerini) verir, dilerse vermez. Şunlar da ilim öğrenip öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim.” buyurarak hemen ilimle meşgul olanların yanına oturdu.[2]
Kur’an, daha ilk inen âyetlerde “insana bilmediği şeyleri öğretenin” Allah olduğunu bildirmiş ve bu bilginin vasıtalı ya da vasıtasız olabileceğine işaret ederek onu ilme ve okumaya teşvik etmiştir. Daha sonra muhtelif âyetlerde de bu gerçek pekiştirilerek, küllî “bilginin Allah katında olduğu” ve “insana pek az ilim verildiğinden” bahisle, insanın Allah’tan gelen ilme körü körüne karşı çıkmak yerine ona tâbi olması ve elde etme yönünde gayret ve niyazda bulunması vurgulanmıştır.
İlim ehli, üzerine düşen vazifeyi en kâmil şekilde icra etmekten çekinmemesi gerektiği gibi, İlim ile meşgul olmayan, diğer Müslüman kardeşlerimizin, ellerinden geldiğince bu müessese ve ehlini, madden ve mânen desteklemelidir.
Nitekim “Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.”[3] hadis-i şerifi, adeta bir müjde olarak telakki edilmesi gereken bir “Ferman-ı İlahi”dir.
- - - - - - - - - - -
[1] (Mücâdele / 11)
[2] (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
[3] (Tirmizi İlim/14)
Ehlader