Allame ve Nazil Olmuş Hakikatler

“Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız.”
GİRİŞ: 06.05.2025 14:56      GÜNCELLEME: 06.05.2025 14:56
Rasthaber -  Allame Tabatabai, “zürr” veya “misak” olarak adlandırılan ayetin (Araf 172) tefsirinde çeşitli görüşleri beyan edip sıraladıktan sonra, nihayet çeşitli maddi, örneklem ve soyut etkenler teorisinin ışığında;

 وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ 

“O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.”[1]

Ayetinden yararlanarak, her yaratılmışın Allah katında gelişmiş ve sınırsız bir varlığı bulunduğu, ama dünyanın varoluş sahasına indiğinde kaçınılmaz olarak sınır ve ölçü almak zorunda kaldığı sonucunu çıkartır.

Allame bu temele göre insanlık âleminin de dünyada varoluş alanında zuhur etmezden önce, gözlem sahasında hiçbir şekilde Rabbinden gaflete düşmediği ve gaybın olmadığı, Allah’ın birliğini nefsani gözlemle bulabildiği melekuti bir varlığa sahip olduğunu, fakat perdelerle dolu ve gaflete bulaşmış madde âlemine düştüğü andan itibaren bu gözlemden gafil kaldığını izah eder. Bu dünyevi ve maddi varoluştan üstün ve tek tek insanların Rablerinin rabliğine şahitlik ettikleri o misali varoluşta bu dünya âlemine hiçbir şekilde zaman önceliği yoktur. Bilakis onunla eşzamanlıdır ve onu kuşatmıştır. Bu nedenle o tanıklığın formunun bu dünyaya sadece mertebe bakımından önceliği vardır ve şahitlik de hakiki bir içeriğe sahiptir.

Dolayısıyla ayetin çevirisi şöyle olmalıdır: “Ey Peygamber, onlara bu dünyadan önceki [dünyanın ötesindeki] vatanlarını hatırlat. Orada Allah Âdem’in bütün çocuklarından şahitlik istedi. Onlar da o tanıklık yerinde uyanık fıtratlarıyla Rablerinin rububiyetini hiç perde olmaksızın gözleriyle gördüler. Tam da şunun gibi:

 وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ 

“Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız.”[2]

Bu ortamda “أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ”[3] hitabı hal bildiren beyan değil, hakiki bir hitaptır. Çünkü onlar müşahede ile ilahi konuşmayı, yani onun “murad edilen mana”yı itiraf beklemek olarak anladılar ve hal lisanıyla değil, hakiki lisanla ona “قَالُواْ بَلَى ”[4] cevabını verdiler.[5]

Allame Tabatabai (r.a), Kur’an’ın Âdem ve Havva, cennette oturmaları, yasak ağaç, hata, tevbe ve cennetten düşüş kıssasına dair verdiği bilgiyi de, yine, Âdem’in (a) madde âleminin ötesindeki varoluşu sırasında meydana gelmiş, berzahta ve misal âleminde cereyan eden olaylar olarak anlatır.[6]

Nitekim misak olayı, zürr âlemi, hakemlik yapması için Davud’un mihrabına oturan hasımların hakemlik talebi[7] (Sad 22), Peygamber’in kalbinin yarılması, kin ve hasedin çıkartılıp yerine şefkat ve merhametin yerleştirilmesi rivayetini de misali bir zuhur ve berzah varoluşunun gerçekleşmesi olarak alır.[8]

Ayetullah Cevadi Âmuli, isimlerin Âdem’e öğretilmesi meselesinde şu soruyu ortaya atar: İsimlerin Âdem’e öğretilmesi ve onun meleklere arzedilmesi… Allah, melekler ve Âdem arasındaki diyalog acaba hariçte mi vuku bulmuştur, yoksa bu kıssanın içeriği sadece temsil midir? Tabii ki burada temsilden maksat, harici hiçbir gerçekliği bulunmayan sembolik kıssa değildir. Bilakis nesnel olarak vuku bulmuş olan akılla kavranabilir hakikat ve gaybi bilginin duyumsanabilir surette seslendirildiği anlamına gelir.

Ayetullah Cevadi Âmuli, temsilin muhtelif anlamlarını ve kullanımlarını ifade ettikten sonra şöyle yazar:

İsimlerin öğretilmesinin temsile hamledilmesi, tahkikin mümkün olmadığı durumda geçerlidir. Yoksa tahkikin asıl oluşu temsille ilişkilendirmeye manidir. Çünkü temsile hamletmek daha fazla yardımı gerektirir ve yardım çağrısına karşı sorumluluk üstlenmeye yolaçar. Zira lafızlar vazedilmiş anlamların ruhları içindir, kalpleri için değil. Kanıtın hususiyetlerinin kavramların çerçevesi içinde herhangi bir payı yoktur ve kapsayıcı anlamın doğal, misale dayalı ve akılcı muhtelif kanıtları bulunabilir. Bu sebeple bu olayda gündeme gelen “öğretme”, “isim”, “arzetme”, “söz”, haberler” gibi başlıklar için meleklerin hazır bulunarak şahit oluşlarını da içine alacak ve “hiçbir” tür kolaylaştırıcıyı gerektirmeyecek kapsayıcı kavramlar dikkate alınmalıdır. Bu durumda, sözkonusu başlık ve kelimelerin zâhiri anlamını gözardı etmek için ve tahkikten vazgeçip temsile yönelmeye sebep oluşturacak bir karine olarak temsille ilişkilendirmeye herhangi bir delil bulunamaz.

Sonra şunu ekler:

Gerçi bazı ayetlerin zâhiri malumatı anlatmada temsil yönteminden yararlanır ve Kur’an’ın eğitim metodunu yansıtan o ayetlerde, semavi konuların tamamının temsili olduğunu yanlışlayan genel lafızlar kullanılmıştır. Lakin o ayetlerin içeriği, her konuda meselden yardım alındığı değil, gerekli yerlerde her türlü meselin kullanıldığını göstermektedir. Genel olarak temsil metodunun kullanıldığını gösteren;

 وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلاَّ كُفُورًا [9]
  فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ [10]

ve başka ayetlerdeki genelleme, misali verenle değil, meselle ilgilidir. Yani Kur’an’ın meselesini anlatmak için mümkün her türlü temsil kullanılmaktadır ama Kur’an’ın tüm meseleleri ve semavi vahyin bütün konuları temsil yoluyla anlatılmış değildir ve mesel içermez.[11]

Ayetullah Cevadi Âmuli, meleklere Âdem’e secde etme emrini tefsir ederken önce bunun nesnel olduğu üzerinde durur ve şöyle yazar:

Bu olay hakiki olamaz. Çünkü bu emri teşrii kabul edemeyiz, çünkü melekler teklifle mükellef değildir. Yaratılışsal[12] da kabul edemeyiz, çünkü yaratılışsal olan mutlaka vuku bulur ve sırt çevrilebilir bir şey değildir. Dolayısıyla bu olayı temsille ilişkilendirmek gerekir. Tabii ki temsil olmanın manası, onun hayali ve sembolik bir öykü olduğu, harici gerçekliğe uygun bulunmadığı demek değildir. Bilakis kasdedilen şey, gaybi bir hakikatin hissedilebilir şekilde seslendirildiğidir… Secde olayının temsile hamledilmesi, memur meleklerin, isyanla bağdaşmayan ismet sahibi olmasına binaendir. Böyle olmasaydı yaşanan olay zâhirine hamledilebilir ve İblis’in emre itaatsizliği de isyan olarak kavramsallaştırılabilirdi. Bu durumda temsille ilişkilendirmeye ihtiyaç kalmazdı.[13]

Âdem kıssası üzerine şöyle yazar:

Âdem (a) kıssasının eksenindeki öğeleri, bazılarına öncelik verilen şeyler oluşturmaktadır. Fakat başka bazılarında öncelik sırası yapmak o kadar kolay değildir. Âdem’in bedeninin yaratılması kısmına tabiatın sınırları içerisinde yer verilmiş; mertebeleri arasında zamana ilişkin öncelik sıralaması ve tarihsellik hâkim olmuştur; çamur, şekil verilmiş balçık, sertleşmiş çamur, düzeltilme gibi. Düzeltildikten sonra ruh üflendi ve insan ruhunun akli varlığı tabiat âlemine önceliklidir. Lakin onun nefsi varlığına dair bu tartışmada farklı görüşler vardır.[14]

Bazı düşünürlerin yorumuna göre[15], görsel temsillerin belki de din ve bilimde ifadeye dönüşmüş sembollerin kaynaklarından biri kabul edilebileceğini; muhatapların yüzeye zihinsel yakınlaşmasını ve anlamasını sağlamak amacıyla müteal ve duyu ötesi hakikatler için bir dil veya işaret türü sayılabileceğini unutmamak gerekir.

Dorothy Emmet, yüksekliğe bakarken insanın elinden tutan huşu ve azamet duygusunun Allah’ın yüceliği karşısında insanın tepkisine dair uygun bir temsil olabileceğini savunur. Hıristiyan müminler açısından Mesih’in şahsı, Tanrı için üstün bir modeldir.

Aynı anlamda “Allah’ın halifesi” tabiri belki de Allah’ın isimlerinin yeryüzünde zuhur yeri olarak seçilmiş olanlar için kinayeli veya sembolik bir ifade olarak görülebilir. Tıpkı “Allah’ın evi” ve “Allah’ın intikamı” ifadelerinin de böyle olma ihtimalinin bulunması gibi! Aynı şekilde kunut, rükû, secde, hac ihramı, Arafat, Meş’ar ve Mina’da çeşitli menzillerde vakfe, şeytan taşlama, say, tavaf gibi fiillerin de yolkesen bütün ilgileri kalpten söküp atmak, insanın ahiret hayatına çağrışım yapmak ve gevşemez bir halata, yani tüm hayırların ve kemallerin kaynağına yapışma gayretinin ilk adımını atmak için bâtıni ve sembolik anlamları vardır! Kur’an tevhid yoluna gönül vermeyi “Allah’ın boyası”[16] ifadesiyle anmaktadır.

Kur’an, müminlerin inanç ve davranışını, sağlam kökleri ve meyveli dalları olan bir ağaç olarak tavsif etmiştir:

 اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِى السَّمَاءِ تُؤْتٖى اُكُلَهَا كُلَّ حٖينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ 

“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir.”[17]

Kur’an aynı zamanda ilahi olmayan sığınakları ve velayetleri örümceğin evine benzetir:

 مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ 

“Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır.”[18]

Bununla birlikte, düşünürlerin değindiği gibi, temsil ve model, erişilemez gerçekleri yakınlaştırmasının yanısıra simgenin asla yansıttığı aslın tamamını gösteren bir ayna olmadığını; aksine misalin, temsil ettiği şeyle kimi benzerliklerinin varlığını anlattığını, tüm özellik ve niteliklerinde benzerlik taşımadığını dikkatten kaçırmamak gerekir. Bu nedenle modellere asli rolü veren kabukçuluğun onu gerçekliğin yerine geçirme tehlikesi vardır. Dinde teşbihçilik, tevil edilebilir sembolleri ve ifadeleri yanlış anlamaktan ortaya çıkmıştır. Fakat bu simgelerin her halükarda hayali olması ve gerçeklikle bağının bulunmadığının hesaba katılması; insanın ibadet anında ve dua mihrabında bilimsel laboratuardaki insan gibi dili gerçekçi niyetle kullanması önemli görünmektedir. Bununla birlikte onun kinaye veya sembollerinin çifte gerçeklik olmadığından haberdardır.[19] Ama herşeye karşın bu, bu meselenin, Kur’an’ın dinî hükümlerinde asla gerçekliğe atfedilemez ve havale edilemez mecaza yol açacağı anlamına gelmez.

Ehlader
- - - - - - - - - - -

[1]     İsra 44

[2]     İsra 44

[3]     A’raf 172, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?”

[4]     A’raf 172, “Evet, dediler.”

[5]     El-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 8, s. 306-322.

[6]     A.g.e., c. 2, s. 132.

[7]     A.g.e., c. 17, s. 194.

[8]     A.g.e., c. 20, s. 317.

[9]     İsra 89 (Muhakkak ki biz, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler.)

[10]    Rum 58 (Bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir.)

[11]    Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 223-229.

[12]    Metinde “tekvinî”

[13]    Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 288-291.

[14]    A.g.e., s. c. 3, s. 504.

[15]    Barbour, İlm ve Din, s. 254-257

[16]    Bakara 138.

[17]    İbrahim 24-25

[18]    Ankebut 41

[19]    Barbour, İlm ve Din.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM