Macron’un başını çektiği Fransa, Almanya ve İngiltere savaş kampı, olmayan bir Rusya tehdidine karşı silahlanma planlarına hız verdi. ABD’nin Avrupa’yı yalnız bırakması ve NATO’dan çekilme tehdidi karşısında şimdi de ABD’siz bir NATO inşa etme çabası içine girdi. Aklı başında yazar ve siyasi gözlemciler, Rus tehdidinin bir yalandan ibaret olduğunu ve bunun halkı korkutarak silahlanmaya sessiz kalmalarını sağlamak için yapıldığını söylüyorlar. Ve şu soruları soruyorlar: AB gelecekte savaş yürütecek kapasiteye sahip olacak mı? Yeterince tank ve uçak inşa edebilecek mi? Ve eğer yapabilirse, zorunlu askerlik uygulamasını yeniden başlatabilecek mi? Ve eğer yaparsa, üniforma giyecek yeterli sayıda asker olacak mı?
Savaş kışkırtıcılığının yapıldığı Avrupa’da en çok
tartışılan konular biri de “zorunlu askerlik”. Profesyonel orduların bugün
savunma ihtiyaçlarını karşılamadığı düşüncesi yaygın. Gazeteci Pierre Duval
observateurcontinental.fr sitesindeki “Avrupa: Askerler ve gençler ordulardan
kaçıyor” başlıklı yazısında “AB ülkelerindeki gençlerin ezici bir çoğunlukla
savaşlara, artan askeri harcamalara ve yurt dışındaki askeri operasyonlara
karşı olduğunu gösteren” son anketlere dikkat çekiyor.
Birinci Trump döneminde ABD ile birçok konuda ayrışan ve
çatışan Avrupalı küreselci liderler, Biden döneminde silah ithalatını neredeyse
ikiye katlamıştı. ABD’nin Ukrayna bataklığına sürüklediği Avrupa ülkeleri
2020-2024 döneminde silah ithalatını 2015-2019 dönemine kıyasla yüzde 105
oranında artmıştır. Bu silahların yüzde 64'ü Amerika Birleşik Devletleri
tarafından tedarik edilmiştir. Fransa Başbakanı François Bayrou 5 Mart’a
Senatoda yaptığı konuşmada “Avrupa Birliği'nin silahlarının üçte ikisi ABD'den
satın alınıyor.” itirafında bulundu.
Görüldüğü gibi Avrupalılar savunma sanayinde büyük ölçüde
ABD’ye bağlıdır. Hızla silahlanma kararı veren Avrupa’nın kısa bir sürede
silahlanmanın alt yapısını oluşturması, var olanı yenilemesi ve üretime geçmesi
zaman alacaktır. Hollanda Savunma Bakanı Ruben Brekelmans, “ABD güvenilir bir
müttefik olmaya devam ediyor. ABD olmadan güvenliğimizi garanti edemeyiz.
Birlikte çalışmamız gereken gerçek budur.” diyor. Macaristan ve İtalyan
Başbakanları Orban ve Meloni’i ise savaş yanlısı küreselci liderlere karşı olduklarını
defalarca açıkladı.
Meloni İtalyan Parlamentosunda yaptığı konuşmada “Avrupa'nın
kendini donatması doğrudur, ancak bunu NATO olmadan, yetmiş beş yıldır
güvenliği garanti eden Avrupa-Atlantik çerçevesi dışında tek başına
yapabileceğini düşünmek en iyi ihtimalle saflık, en kötü ihtimalle de
çılgınlıktır.” dedi.
Avrupa geçmişte ABD’ye tavır alamaması ve NATO’sun
saldırılarında yer almasının bedelini ödüyor. Fransa De Gaulle’ün bağımsızlıkçı
çizgisini devam ettirseydi bugün Rusya ile ilişkileri iyi olan Avrasya dostu
bir ülke olurdu. Fakat Sarkozy ile başlayan Hollande ile devam eden ve bugün
Macron ile izlenen Atlantikçi, küreselci çizgiyle çöküşün eşiğine geldi. Sürece
bir göz atalım:
Avrasya dergisi Genel Yayın Müdürü İtalyan Tiberio Graziani,
16 Mart 2009 tarihinde, Russia Today gazetesine verdiği röportajda NATO’nun
Doğu Avrupa’ya genişlemesini şöyle değerlendiriyordu: “Bu genişleme 1989’da
Berlin duvarının yıkılmasından sonra başladı. Bu tarihten itibaren ABD tüm
gezegeni kontrol etme kararını verdi. Gaz ve petrol kaynaklarının yoğun olduğu
Rusya ve Orta Asya’ya ilerlemek için Avrupa’yı bir köprü olarak belirledi...
ABD’nin bir süper güç olma dönemi sona ermiştir. Artık bunu anlamalıdır.
Günümüzde, jeopolitik alanda ABD ile birlikte Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya,
Arjantin, Şili, Bolivya ve Venezüella gibi Latin Amerika ve Asya ülkelerinden
oluşan çok kutuplu bir dünyayla karşı karşıyayız.” Graziani, daha 16 yıl önce
ABD’nin yenildiğini, yeni bir dünyanın doğduğunu ifade ediyor ve çok
kutupluluğa vurgu yapıyordu.
2000’li yılların ortalarında hazırlığı başlanan ve 2008’de
yürürlüğe giren Fransa’nın bir çeşit “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” olan
Beyaz Kitap kısmen De Gaulle’cü geleneğin izlerini taşıyordu; bu geleneğin son
temsilcisi Jacques Chirac cumhurbaşkanıydı. Chirac, 2003’de ABD’nin Irak
işgaline karşı Rusya ve Almanya ile birlikte hareket etmişti. ABD-İngiltere
ittifakına karşı Fransa, Almanya ve Rusya ittifakını savunuyordu. Bir
Paris-Berlin-Moskova ekseni oluşmuştu. Bu ittifakın aktörleri Chirac, Schröder
ve Putin’di.
De Gaulle, İkinci Dünya Savaşı sonrası iktidarda kaldığı
süre içinde hep ABD’ye mesafeli bir çizgi izledi. Ulusal Lider Avrupa projesini
şöyle açıklıyordu: “Ben diyorum ki Avrupa, Fransız ve Almanlar arasında inşa
edilmelidir. Daha sonra da (...) Rusya ile birlikte bütün Avrupa’yı inşa etmek
için Rusya’ya yönelebiliriz. Bunu denemeliyiz (...) İşte benim gerçek Avrupa
programım.”
2008 Beyaz Kitap’ında Chirac’ın ABD’ye mesafeli ve
Avrasya’ya yakın duran çizgisinin etkileri vardı: Batı gerileme içine girmişti,
Asya dünyanın yeni çekim merkezi olmuştu, Rusya ile barışın, kıta güvenliği ve
dünya barışı için önem taşıdığı vurgulanmaktaydı.
Mayıs 2007’de Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığına
seçilmesi De Gaulle’cü gelenekten kopuşu ifade ediyordu. Zira seçim sloganı
“Kopuş”tu (Rupture). Fransa, De Gaulle’ün 1966’da terk ettiği NATO’nun askeri
kanadına 2009’da Sarkozy ile birlikte yeniden girdi. Sarkozy, “NATO’nun
stratejisini yeniden ele almanın zamanı gelmiştir.” diyerek “NATO’yu
Avrupalılaştırmak”tan söz ediyordu.
Sosyal Demokrat François Hollande’ın 2012’de Cumhurbaşkanı
seçilmesi ile Fransa Sarkozy’den daha Atlantikçi bir çizgiye girdi. Beyaz Kitap
2013’te yeniden yazıldı. Dünyada yaşanan saflaşmanın ABD ve AB ile Asya
arasında olduğu tespiti yapılıyor, Çin’i gerilimin ve çatışmanın merkezi ilan
ediliyor ve Fransa ve AB’nin savunması NATO’ya teslim ediliyordu.
Bugün aynı çizgiyi devam ettiren Macron ve Avrupalı
kafadarları ABD’ye (Trump çizgisine) karşı Avrupa’yı bağımsızlaştırmak ve
NATO’yu Avrupalılaştırmaktan bahsediyor/aydınlık