Siyonist rejim, Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadeti ve
bölgedeki son gelişmelerin ardından, direnişin kalbine son darbeyi vurmak için
en uygun fırsatın geldiğine inanıyor. Bu şartlar altında ABD’nin ve bazı Batılı
hükümetlerin Lübnan hükümetine Hizbullah’ı silahsızlandırması için uyguladığı
eşi benzeri görülmemiş baskı, iç siyasi bir mesele değil; İsrail’in lehine,
bölgesel güvenliği yeniden dizayn etme senaryosunun bir parçasıdır. Görünürde
“silahın sadece devletin elinde olması” ve “ekonomik yeniden yapılanma”
sloganlarıyla sunulan bu proje, gerçekte Lübnan’ın ve tüm direniş ekseninin
geleceğini ciddi bir tehdit ile karşı karşıya bırakabilir.
Hizbullah’ın silahsızlandırılması meselesi, Lübnan
siyasetinde her birkaç yılda bir gündeme gelir. Ancak bugün, yoğun dış baskılar
ve iç aktörlerin kışkırtılmasıyla kritik bir noktaya ulaşmıştır. ABD, özel
temsilcisi Thomas Barrack’ı Beyrut’a göndererek, Lübnan hükümetine siyasi ve
güvenlik şartlarını fiilen dikte etmektedir. Daha da şaşırtıcı olan, Joseph
Aoun dahil Lübnan güç yapısının bir kısmının bu projeye destek vermesidir.
Sanki Suriye’nin acı deneyimi, İsrail’in ardı ardına yaptığı saldırılar ve direniş
cephesinin zayıflatılması sonrası yaşanan yıkımlar, Lübnan yöneticilerine
hiçbir ders vermemiş gibi.
Hizbullah’ın silahsızlandırılması planı, görünüşte “ulusal
egemenlik” ve “silah tekeli” söylemleriyle gündeme getiriliyor. Oysa özünde,
ABD’nin İsrail’in güvenliğini tamamen garanti altına alma stratejisinin
uygulanmasından başka bir şey değildir. Lübnan ordusunun başlıca teçhizat ve
bütçe sağlayıcısı olan Washington, Hizbullah’ı sahneden çıkardığında ülkenin
savunma politikasını bütünüyle kontrol edebileceğini biliyor. Bunun sonucu, ABD
ve İsrail politikalarına en ufak bir itiraz dahi edemeyecek, kukla bir Lübnan
devleti ve ordusu olacaktır.
Hizbullah yalnızca İsrail saldırılarına karşı değil, IŞİD
gibi iç ve bölgesel tehditlere karşı da belirleyici rol oynamıştır. Binlerce
şehit ve büyük insani-maddi bedeller ödeyerek sadece Şiilerin değil, tüm
Lübnan’ın onurunu ve şerefini korumuştur. Çoğu zaman devlet ve ordu işgal ve
saldırıları sadece izlemekle yetinirken, direniş güçleri düşmanın ilerleyişini
durduran ve güvenlik dengelerini değiştiren tek faktör olmuştur. Dolayısıyla
Hizbullah’ın zayıflatılması, Lübnan’ı ABD’ye bağımlı, güçsüz ve İsrail
karşısında savunmasız bir devlete dönüştürecektir.
Hizbullah’ın askeri gücünün ortadan kaldırılması, direniş
ekseninin temel sütunlarından birinin yıkılması demektir. Bu sadece Lübnanlı
Şiiler için değil, tüm bölge için tehlike arz eder. Çünkü siyonist rejim, adım
adım direnişin diğer halkalarını da hedef alacaktır. Deneyimler göstermiştir
ki, ABD ve İsrail karşısında geri adım atmak, tehditleri azaltmaz; tam tersine
artırır.
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali
Laricani’nin Beyrut ziyareti, düşmanlara net bir mesaj vermiştir: İran hâlâ
Hizbullah’ın ve Lübnan’ın istikrarının yanındadır.
Hizbullah biliyor ki herhangi bir iç çatışma, İsrail’in asıl
istediği şeydir ve Lübnan’ın ulusal birliğini yok eder. Bu nedenle
silahsızlandırma planına karşı mücadele, akıllıca ve sivil yöntemlerle
yürütülmelidir:
1. Silahsızlandırma kararlarını fiilen görmezden gelmek ve
Şii bölgelerinde sosyal, sağlık ve eğitim hizmetlerine odaklanmak. 2025’ten
beri uygulanan bu strateji, halk desteğini artırmıştır.
2. ABD karşıtı Hristiyan ve Sünni gruplarla ittifaklar
kurmak, böylece parlamento üzerinden silahsızlanma yasalarının önünü kesmek.
3. “Silahımızdan Vazgeçmeyeceğiz” medya kampanyası
başlatmak, Lübnanlı ve Arap kamuoyuna direnişin rolünü hatırlatmak ve projenin
bir ABD-İsrail komplosu olduğunu göstermek.
4. Parlamenter yolları kullanarak konuyu iç mesele
çerçevesinde tutmak ve dış müdahaleyi engellemek.
5. Joseph Aoun’un, Hizbullah desteği olmadan
Cumhurbaşkanlığı makamına ulaşamayacağını bilmesi gerekir; bu nedenle Batı’nın
baskılarına boyun eğmemelidir.
Hizbullah’ın silahsızlandırılması kararı, sadece Lübnan’ın
iç meselesi değildir; ABD ve İsrail’in bölgesel güvenliği kendi lehlerine
yeniden tasarlama projesinin bir parçasıdır. Bu plan hayata geçerse, Lübnan’ı
İsrail karşısında en büyük caydırıcı gücünden mahrum bırakacak ve düşmana tam
bir hâkimiyetin yolunu açacaktır.
Direnişin silahı, Lübnan için tehdit değil; onurunun,
bağımsızlığının ve güvenliğinin teminatıdır. Bu faktörü ortadan kaldıran her
hükümet, er ya da geç pişman olacaktır. Çünkü direniş olmadan Lübnan,
savunmasız ve bağımlı bir ülkeye dönüşecektir. Direniş ekseni bu tehdidi yalnızca
Hizbullah’a yönelik bir saldırı değil, tüm bölgesel güvenlik ve siyasi yapıya
karşı bir saldırı olarak görmeli; birlik, akılcılık ve etkili stratejilerle
karşı durmalıdır.
Yazar: Puriya Lavai–Uluslararası İlişkiler Uzmanı/mehr