Bin Selman, Aramco'ya Muhtaç Kaldı

GİRİŞ: 25.05.2025 21:29      GÜNCELLEME: 25.05.2025 21:29
Rasthaber -  Suudi Arabistan’ın kamu borcu, 2025 yılının ilk çeyreği sonu itibarıyla 1.1 trilyon Suudi riyalini (yaklaşık 290 milyar dolar) aşmış durumda. “Reuters” haber ajansının bildirdiğine göre, Muhammed bin Selman liderliğindeki Suudi rejimi, bu açığı kapatmak için Aramco’ya umut bağlamış durumda!

Amerikan medyası, Donald Trump'ın son yurtdışı ziyaretlerinin amacının ticaret olduğunu belirtmiş ve bu ziyaretlerdeki ülkeler olan Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin seçilmesinin ekonomik nedenlere dayandığını savunmuştu. Washington’un stratejik ve diplomatik yaklaşımlarının yerini ekonomik çıkarların aldığı vurgulanmıştı. Körfez bölgesindeki para saçan ülkeler Trump’ın ikinci dönemindeki ilk yurtdışı durakları olmuştu (Papa’nın cenaze töreni için Vatikan’a yaptığı yolculuk hariç). Bu ziyaretler, Trump’ın Arap parasına olan ilgisini ve ev sahibi ülkelerin ona sunduğu şatafatı ortaya koydu. Trump geldi, “sağdı” ve gitti; geride ise özellikle Bin Selman liderliğindeki Suudi rejiminin sırtına büyük harcamalar bıraktı.

Reuters’in iki kaynağa dayandırdığı haberine göre, Aramco şirketi, nakit sağlamak amacıyla bazı varlıklarını satmayı değerlendiriyor. Bu adım, şirketin uluslararası alandaki varlığını artırma ve ham petrol fiyatlarındaki düşüşün etkilerini aşma çabasıyla atılıyor. Dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Aramco, Suudi rejiminin ana gelir kaynağı konumunda. Şirketin, kâr payı dağıtımını yaklaşık üçte bir oranında azaltması planlanıyor. Bu karar, petrol fiyatlarının düşüşü nedeniyle yaşanan gelir azalmasının ardından alındı.

Suudi Arabistan Maliye Bakanlığı'nın açıklamasına göre, ülkenin kamu borcu 2025 ilk çeyrek sonunda 1.1 trilyon riyali aşarak geçen yıla göre dikkate değer bir artış gösterdi. Bu borç miktarı, petrol gelirlerindeki düşüşle birlikte, hükümetin “2030 Vizyonu” adlı iddialı ekonomik dönüşüm projeleri için yaptığı yüksek harcamalarla da bağlantılı. Bu durum, Suudi Arabistan’ın giderek daha fazla borçlanmaya ve stratejik varlıklarını elden çıkarmaya yöneldiğini gösteriyor. Bu da uzun vadede ülkenin ekonomik bağımsızlığını tehdit edebilir. Nitekim, bölgede dolaşan “büyük haraççı”nın ziyaretinden sonra Suudi rejimi, eksik olan parayı tamamlamak için Aramco’ya muhtaç hale geldi!

Bir dönem bazı iç siyasi çevrelerin “bölgenin yeni kalkınma modeli” olarak göstermeye çalıştığı Suudi Arabistan, artık bir ekonomik krizin eşiğinde. Bu kriz ne savaşın ne de yaptırımların sonucu; tamamen tek taraflı hayalciliğin, aceleci kararların, istikrarsız petrol gelirlerine bağımlılığın ve Trump’a verilen tavizlerin bir sonucu. Bin Selman, petrol dışı ekonomiye geçiş vaadiyle başlattığı “2030 Vizyonu” projesini finanse edebilmek için, eski gelir kaynağı olan Aramco’ya dönmek zorunda kaldı ve hatta şirketin varlıklarını satmayı gündeme aldı. Bu da gösteriyor ki söz konusu vizyon, yaratıcı bir stratejiden ziyade bir seraba benziyor.

Batı medyası, bazı yerli medya organlarımızın aksine, Suudi Arabistan’ın durumunu süslemeye çalışmıyor. Reuters’in haberinde Suudi rejiminin ağır borcu, petrol fiyatlarındaki düşüşten kaynaklı ekonomik baskılar ve ulusal petrol şirketinin hisselerinin satılması gibi adımlar açıkça dile getiriliyor. Bir zamanlar “sorunsuz modernleşmenin” sembolü olarak lanse edilen bu ülke, şimdi ekonomik bağımlılığın, borç artışının ve stratejik kaynakların elden çıkarılmasının örneği haline geldi.

Daha da çarpıcı olan şu ki, yıllardır İran'daki bazı yerli siyasetçiler, Suudi modelini İran için reçete olarak sunuyorlardı: Şöyle ki önerdikleri, Riyad merkezli ekonomik dönüşüm, özelleştirme, yaşam tarzı değişimi ve ABD ile ilişki kurma modeliydi. Şimdi o Suudi Arabistan, Trump tarafından “sağılmış”, “Neom” ve “Line” gibi gösterişli projelere aşırı harcamalar yapmış ve 290 milyar dolarlık borçla kriz sınırına dayanmış durumda. Bu durum, bir modelden çok bir uyarıdır: Sürdürülebilir üretime dayanmayan, net ekonomik planı olmayan ve bölgesel siyasi gerçeklikleri göz ardı eden modernleşme; parıltılı bir vitrin gibi gelip geçicidir ve eninde sonunda çöker. Artık belki de “başarılı Körfez ülkeleri” hakkındaki ithal sloganları tekrar etmek yerine, sahadaki gerçekliklere odaklanmanın zamanı gelmiştir: Suudi Arabistan’dan model çıkmaz; olsa olsa kriz makyajlı bir kalkınma örneği olur.

Son olarak şu noktayı da hatırlatmak gerekir: Suudi Arabistan baştan beri bir millet temelinde değil; kabilecilikle dış desteklerin yapay birleşimi sonucu kurulmuştur. 1920’li yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından oluşan güç boşluğunda, “Britanya” ve Al-i Suud ailesi arasındaki jeopolitik anlaşmaların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ne tarihsel bir halk iradesi ne ortak kültürel hafıza ne de ulusal düzeyde kurumsal veya siyasal katılım geçmişi olan bir yapıydı. Güvenlik ve mali destek açısından önce Britanya’ya, sonra ABD’ye sürekli olarak bağımlı kalmıştır. Başka bir deyişle, Suudi Arabistan bir “ulus-devlet” olmaktan çok, dış güçlere yaslanan mezhepsel (Vahhabi)-kabilevi bir yapıydı. Bugünkü ekonomik krizi – ki artık milli petrol şirketini bile satışa zorluyor – bu yapısal bağımlılığı net şekilde gözler önüne seriyor.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM