Müslümanlar Arasındaki İhtilaf'ın Temelleri

GİRİŞ: 05.07.2024 09:12      GÜNCELLEME: 05.07.2024 09:12
Rasthaber -  XVII. ve hatta XVIII. yüzyılın başlarına baktığımızda Vahhabisiz bir İslam'la karşılaşmaktayız ve bu dönemde ihtilafların en az seviyede olduğu gözden kaçmamaktadır. Yani siyasi ve mezhep çatışmalarında XV yüzyılda ve XVI. yüzyılın başlarına geri döndüğümüzde Osmanlı Devleti, Safaviler ve sonrasında Kacarlar arasında kalıcı bir barış olduğu görülmektedir.

Ehl-i Sünnet İslam tefekkürü bu dönemi korumak için Osmanlı Hükümeti'nin hakim olduğu, elinin altında bulunan topraklardan yani Türkiye'den Mısır'a kadar ve yine Irak'tan Hicaz'a kadar olan eyaletler arasında birbirlerine karşı hiçbir misilleme yoktu. Bugün biz bunu Mısır'da görmekteyiz. el-Ezher Üniversitesi'nde Şeyh Şeltut'un vermiş olduğu tarihi fetvayla Şia Mezhebi'ni hak mezhepler arasında kabul etmesi bunun en güzel örneklerindendir. Buna ilave olarak el-Ezher kendi kültüründe diğer İslami kültürler arasında ayırıcılığa sebep olmamış ve hemen hemen her zaman İslami kültürler arasında dostluk ve sevgi kurmayı kendisine vazife bilmiştir

Durum böyle devam ederken aniden İslam dünyasında Vahhabilik ortaya çıkmıştır. İşte o zamandan beri Müslümanlar arasında ihtilaf ateşi bir türlü sönmemiştir.

Vahhabiler kendi memba ve kaynaklarına dayanarak kendileri dışında bütün Müslümanları kâfir bilmektedirler. Bunun için delil olarak da Vahhabiliğin kendine özgü inançlarını gösterip Vahhabi olmayan bütün Müslümanları dindışı görürler.

Vahhabilik ömrünün ilk yıllarında daha henüz Osmanlı'dan ayrılmamış bugünün Suudi Arabistan sınırları içerisinde kalmıştı. O sıralarda el-Ezher ve Ehl-i Sünnet'in ilim merkezlerinin yönetimi kendi ellerinde idi. Ta ki Suudi şeyhlerinin petrol kokusunu alıncaya ve Vahhabilerin faaliyetlerinin diğer Arap ülkelerinde baş gösterinceye kadar.

Geçen yıllar boyunca Selefi Vahhabiler'in kendileri dışında bütün Müslümanları tekfir etmesi sadece radyolardan ve Suudi hutbelerinden kulaklara ulaşmaktaydı. Fakat bir dönem Ehl-i Sünnet'in tekfiri hakkında bir adım geri atarak resmen pusuya yatar gibi beklediler. Amaçları Ehl-i Sünnet'i cezp etmekten başka bir şey değildi. Onlar bu duraklama döneminde Ehl-i Sünnet'i kendi inançları çerçevesine almayı planlıyorlardı.

Bu mesele bütün İslam dünyasında mukavemet ederek, dirençli bir şekilde baş gösterdi. Kuzey Afrika'daki tasavvufçu Ehl-i Sünnet'ten tutun Endonezya ve Malezya'daki büyük Sünni guruplar, Vahhabilik Mezhebi'nin faaliyetlerini yaymak için Vahhabiler'den özel izin alıp tebliğlerini yaptılar. Böyle bir durumda sırtlarını petrol kuyularına dayayarak sınırsızca faaliyetlerine devam ettirler. Her gittikleri yerde kendilerine yeni gruplar oluşturdular. İşte o gruplar günümüzde İslam dünyasının teröristleri diye adlandırdığımız gruplardan oldular. Bugünün el-Kaide'di, Daeş'i, Boko Haram'ı bunlardandır. İşte bu şekilde İslam'ın çehresini karalamaya başladılar.

Hâlbuki Vahhabi Devlet'i bugün bütün dünyaya saldıran, İslam'ı yok etmek isteyen emperyalistler; başta da Amerika ve İsrail ile sıkı ilişkiler içerisindedirler. En büyük askeri birlikler onların ülkelerinde mevcuttur. Bu konuda sessizliği tercih edip kendilerine en büyük görev olarak Müslümanlar arasında nifak çıkarmayı vazife bilmektedirler.

Onlar akıl almaz fikirlerini yayınlamakla yetinmeyip diğer taraftan Şia ve hatta Ehl-i Sünnet karşıtı kitap yayınlamak, internet siteleri oluşturmak gibi kültürel faaliyetleri en önemli vazifelerinden birisi saymaktadırlar. Irak Devleti'nin 2005-2007 yılları arasında kanlı değişiminden sonra Vahhabi zihniyetinin bu ülkenin en seçkin noktalarında nüfuz ettiği görülmektedir.

Ehl-i Sünnet dünyası bir zamanlar el-Ezher'in vasıtasıyla bütün İslam âlemi arasında dostluk ve kardeşlik bağları kurmuştu. Fakat son yıllarda Suudi Vahhabiler'in nifak çıkarmak çabaları ile karşı karşıya kalmışlardır. Şimdi ise Vahhabiler'in tek görevi bütün Afrika ülkesinde Şia'ya karşı tebliğ yapmaktır. Onların en büyük endişesi bundan ibarettir. Onların artık İslam'ı yayma gibi bir düşünceleri yoktur,  bütün çabaları sadece Müslümanlar arasında tefrika çıkarıp birlik ve beraberliği bozmaya çalışmaktır.

Bu alanda en büyük kaygı ve endişe Vahhabiler kendi maddi bütçeleriyle bütün İslam ülkelerini kendilerine cezp edebilirler. Her ne kadar bütün yönlerle buna mukavemet edilse bile, bazı eski Vahhabiyet sloganları, hesapsızca para harcamaları onların zaaflarından yararlanarak kendi inanç ve mezheplerini tebliğlerini yapacaklardır. Açıkça belli olan bir şey vardır ki; bu konuda herkesten çok zarar gören İslam'ın kendi çehresidir. Bütün İslam âlemine Vahhabi çehresiyle tanıtılmaktadır. 

Fakat hamdolsun bugün Vahhabilik hızlı bir düşüşe geçmiştir, hatta Suudi Araplarının çeşitli organlarında bile fikir birliği artık kalmamıştır.

Hiç şüphe yok ki, Ehl-i Sünnet'in çoğunluğu dengeli ve mutedil olup, İslam için kaygılanmakta ve İslami Vahdet düşüncesi taşımaktadır. Bu Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz ile bir avuç Bedevi Vahhabi (ki ömürleri yüzyılı geçmemekte ve İslam dünyasını kendi kin ve düşmanlıklarıyla karıştırmaktalar) arasında fark koymak gerekmektedir.

Üstat Resul Caferiyan

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM