Hayır, öyle
değil; Rabbine andolsun, aralarında çeliştikleri şeylerde seni hakem kılıp
sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.1
Yukarıdaki ayette Allah Resulü
(s.a.a) için sadece hüküm verme hakkı sabit olmamış, onun hakemliğini ve hüküm
vermesini kabul etme ve buna gönül rızasıyla razı olma, imanın şartı olarak
beyan edilmiştir. Ve şunun altı da çizilmiş, önemle tekit edilmiş ve bir yemin
ile de vurgulanmıştır:
Halk, ihtilaflarında seni hâkim
olarak kabul etmeli ve sen hüküm verdikten sonra, içten üzülüp rahatsız
olmamalı ve verdiğin hükmü gönül rızası ve istekle kabul etmelidirler; bu
suretin dışında gerçek anlamda mümin olamayacaklardır.
Gerçek mümin, hakkının zayi
olduğuna ihtimal verse de İslam mahkemesi, aleyhine karar verdiği zaman hükmü
kucaklayarak kabul eden kimsedir. Çünkü hâkim yargılama kıstaslarına ve zahire
göre hüküm vermektedir. Bu anlamda Hz. Peygamber (s.a.a) bile: “Ben, sizin aranızda
şahitlik ve yeminlere göre hüküm veriyorum."2 diye buyurmaktadır.
Yalan şahitlik yapan veya
şahitliğinde yanılan bir kimsenin zahirde adaletli ve güvenilir görünmesi ve
şahitliğinin kabul edilmesi mümkündür. Eğer hâkimin verdiği hükme gerçeğin
aleyhine dahi olsa teslim olunmazsa, taş üstünde taş kalmayıp düzen alt üst
olur. Kur’ân’ın kısas, diyetler ve diğer ceza hukukuyla ilgili meseleler
hakkındaki hükümleri İslam’ın önemli bir şekilde siyasete, yönetim işlerine ve toplumsal
meselelere müdahale ettiğini gösterir. Bu anlamda İslam çok öteye gitmiş ve
bazı durumlarda fesat çıkaran ve suçlu kimseler hakkında, ceza hukukunun
uygulanmasını öngörmüş ve özel bir şikâyetçinin olmaması durumunda bile hâkimin
bunu uygulamasına izin vermiştir.
Gerçekte böyle durumlarda ilâhî
hukuk ve ceza kanunları çiğnenmiştir. Bu tip durumlarda bazen öngörülen
cezalar, çok ağır ve zordur; bazıları açısından günümüzde kabul edilmesi
oldukça güçtür. Mesela Kur’ân, İslam toplumunda kadın ile erkek arasında meşru
olmayan bir ilişki olması ve bunun dört adil şahitle hâkime ispatlanması
durumunda, bu şahısların her birine yüz kırbaç vurulmasını emretmiştir. Burada
hâkimin duygusal olarak tesir altında kalmaması ve bu şahıslara acımamasıyla
ilgili olarak Kur’ân özellikle vurguda bulunmuştur:
Zina eden kadın
ve zina eden erkeğin her birine yüzer kırbaç vurun. Eğer Allah’a ve ahiret
gününe iman ediyorsanız, onlara Allah’ın dini(ni uygulama) noktasında sizi bir
acıma tutmasın...3
Şüphesiz böyle bir cezanın
uygulanmasıyla şahsın onuru incinmektedir; ancak toplumun temizliği
korunmaktadır. Aynı şekilde Kur’ân, hırsızlık hakkında şöyle buyurmaktadır:
Hırsız erkek ve
hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan, tekrarı önleyen
bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet sahibidir.4
Kur’ân-ı Kerim, toplumun düzenini
korumak ve çıkarlarını temin etmek için hüküm verme makamını, kanunları
düzenlemeyi, ceza hukukunu ve kınama cezalarını uygulamayı Allah Resulü'ne
verilmiş haklar olarak saymaktadır. Kur’ân’da geçen, Peygamber ve Ehlibeyt
İmamları'ndan geldiği kesin olarak bilinen hadislere müracaat eden insaflı bir
kimsenin, İslam’ın siyasi ve içtimai alanlardaki meselelere müdahale ettiğine
dair bir şüphesi kalmayacaktır. Bazı kimseler ise inat yüzünden gözlerini bu
hakikati görmemek için kapatıyorlarsa, bu onların güneşin ortalığı gün gibi
aydınlattığı bir durumda gözlerini kapatan ve güneşi inkâr eden kimselere benzediğini
gösterir.
--------------------------------------------
1- Nisâ \ 65
2- Vesailu’ş-Şia, c.29, s.232
3- Nur\2
4- Mâide\38