Amerika Birleşik Devletleri’nin en etkili ve en çok okunan
ana akım gazetelerinden biri olan Wall Street Journal, yayın kurulunun
“Netanyahu, Trump’ın İran’a Karşı Baskı Aracı” başlıklı anlamlı yazısında
açıkça şu itirafta bulundu: İsrail Başbakanı Netanyahu, Amerikan diplomasisinin
önünde bir engel değil, aksine Washington’un Tahran’a karşı müzakere sürecinde
kullandığı başlıca baskı aracıdır.
Wall Street Journal, hiçbir maskelemeye başvurmadan açık bir
şekilde şu gerçeği ifşa etti: Bu süreçte Trump, “müzakere edilebilir makul
lider” rolünü oynayabilsin diye Netanyahu, Beyaz Saray tarafından tehdit,
kargaşa ve savaş yanlısı söylemlerle ortamı gergin tutmakla
görevlendirilmiştir. Daha açık bir ifadeyle, biri havlıyor, diğeri müzakere
ediyor; çocukça ama sinsi hedefler güden bir görev paylaşımıdır bu.
Wall Street Journal’ın yayın kurulu tarafından kaleme alınan
bu yazı, İran'ın Keyhan’ın 29 Nisan tarihli analiz çizgisini birebir
doğruluyor: “Netanyahu, Amerika’nın tasmalı köpeğinden başka bir şey değil;
havlıyor ama saldırmaya cesareti yok. Eğer güçleri olsaydı, şimdiye kadar
defalarca saldırmış olurlardı. Bunlar savaş adamı değil; psikolojik savaşın
adamlarıdır.”
Bu gerçek, daha önce Keyhan tarafından sahadaki
gerçeklikler, tarihi arka plan ve mantıklı analizlerle ortaya konmuştu. Şimdi
ise sistemin içinden bir Amerikan medya organı tarafından da doğrulanmıştır. Bu
durum yalnızca analizlerin doğruluğunu değil, aynı zamanda dürüst bir bakış
açısının, aldatmaca ve yalan duvarları arasında bile eninde sonunda yolunu
bulacağını göstermektedir.
Wall Street Journal, istemeden ama dürüstçe İran halkına şu
mesajı vermektedir: “Dikkatli olun; bir elimizle size yanıcı bir yağ şişesi
uzatıyoruz, diğer elimizde ise kibrit var. Yanmak istemiyorsanız, bizim
vaatlerimize değil, kendi aklınıza güvenin.”
Bu bağlamda, hâlâ Amerika’nın şeytani yüzünü güzelleştirmeye
çalışan bazı reform yanlıları ve teslimiyet yanlıları, bu çıplak gerçekler
karşısında hâlâ “zor karşısında zilleti” savunacaklar mı, yoksa nihayet direniş
reçetesine mi inanacaklar?
Gerçekten de eğer Netanyahu baskı aracıysa, Trump gerçekten
uzlaşma aracı olabilir mi? İran’ın laboratuvarlarının içinde insan olmadan imha
edilmesini öneren birinden barış ve diyalog beklenebilir mi? Barış haritası
taşıyanlar, tehdit ve yaptırım diliyle konuşmazlar. Diyalogdan söz edenler,
müzakere kapısının önüne bomba yerleştirmezler.
Keyhan gazetesi 29 Nisan tarihli analizinde, “Amerika ve
İsrail’in görev paylaşımı: Trump ile müzakere, Netanyahu ile havlama”
başlığıyla şu şekilde yazmıştı: “Netanyahu, Washington’un uysal köpeğinden
fazlası değil. Tasması Amerikan elinde ve gerektiğinde sadece bir işaretle
havlıyor ve ortalığı velveleye veriyor… Eğer siyonist rejim İran’ın nükleer
tesislerini yok etme gücüne sahip olsaydı, bugüne kadar onlarca kez bu işi
yapardı… Gerçek şu ki, havlamaktan başka ellerinden bir şey gelmiyor!”
Wall Street Journal raporunda şöyle yazıyor: “Başkan Trump,
Netanyahu’nun İran ile nükleer müzakereleri bozabilecek eylemleri konusunda
uyarılıp uyarılmadığı sorusuna ‘Dürüst olmak gerekirse, evet, uyardım’ cevabını
verdi. Ancak, Amerika’nın imzalanmaya değer bir anlaşmaya varabilmesi için
ciddi bir askeri tehdit ihtiyacı vardır. Katı tutumlu Netanyahu, Amerikan
diplomasisinin önünde bir engel değil; aksine, Trump’ın müzakerelerdeki en
güçlü baskı aracıdır.”
Daha açık bir ifadeyle, Tel Aviv Trump’ın av köpeği rolünü
üstlenmiştir. Netanyahu'nun görevi tehdit, medya gürültüsü ve güvensizlik
yaymak, Trump’ın ise “makul adam” rolünü oynamasını sağlamaktır. Bu çocukça ama
hesaplı rol paylaşımı, defalarca Siyonist-Amerikan düşünce kuruluşları
tarafından kurgulanan, savaş ve müzakere arasında sahte bir ikilem yaratarak
İran’ı geri adım atmaya ve taviz vermeye zorlayan bir senaryodur.
Bu senaryoda Netanyahu, askeri saldırı tehdidi, medya
kışkırtması ve dünya kamuoyunu manipüle etme görevini üstlenirken, Trump “iyi
polis” rolünü üstlenip, “Benimle anlaşmazsanız, bu çılgın köpeği salarım”
diyebilmektedir. Bu, “iyi polis–kötü polis” taktiğinin diplomasi kılığına
sokulmuş klasik bir versiyonudur ve artık Wall Street Journal bile buna açıkça
itiraf etmektedir.
Asıl endişe verici olan, bu gülünç tiyatronun yönetmeninin
Trump olmasıdır. Dış görünüşte dalga geçilen sarı peruklu bir figür olsa da
siyasette tehlikeli bir palyaço rolü oynamaktadır; bir eliyle taviz isterken,
diğer eliyle bombalama tehdidinde bulunmaktadır. Trump açıkça “Gerekirse
laboratuvarları havaya uçurabilmeliyiz, ama içinde insan olmasın” diyorsa, Batı
medyasının sözde “yaklaşan anlaşma” haberlerine güvenilebilir mi?
Bu nedenle Trump, Netanyahu’yu uyarmış gibi görünse de hemen
ardından “Sadece şimdi uygun zaman değil dedim” diyerek aslında tehdit çarkını
durdurmamış, müzakereciye benzesin diye sadece tasmayı biraz çekmiştir.
Washington ile Tel Aviv arasında tamamen koordineli olan bu
sahne, tarafsız gözlemcilerin gözünden kaçmazken, ne yazık ki hâlâ bazı yerli
saf siyasetçilerin gözünden kaçmaktadır. Onlar gerçekliği analiz etmek yerine,
kendi kuruntularına anlam yüklemeye çalışıyor ve tiyatronun aktörlerini ciddiye
alıyorlar, perde arkasındaki yönetmeni değil.
Artık sadece İran'ın Keyhan gazetesi değil, Amerikan medyası
da İsrail ve Amerika’nın müzakereleri raydan çıkarıp İran’ı yasal ve nükleer
haklarından mahrum bırakmak için birlikte hareket ettiklerini kabul etmektedir.
Ancak şu gerçek hâlâ geçerlidir: İran bu tiyatronun ne oyuncusudur ne de
izleyicisi; İran, aklıyla, onuruyla ve gücüyle bölgesel ve küresel dengeleri
belirleyen sahne kurucusudur. Bu gerçeği ne Netanyahu’nun havlamaları ne
Trump’ın tasması ne de Amerikan kukla oyunları gizleyemez.
Washington’dan Tel Aviv’e kadar uzanan bu gülünç tiyatro
sürerken, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Irakçi’nin açıklamaları, hâlâ
müzakere perdesinin arkasını göremeyen herkese bir uyarı niteliği taşıyordu.
CNN gibi Batı medyasının “yakın anlaşma” havası estiren
propagandasına karşı Irakçi şöyle yazdı: “Medya, yakın bir anlaşma hakkında
spekülasyonlar yapıyor, ancak gerçekten bu noktada olduğumuzdan emin değilim…
Bir anlaşmaya ulaşmak, tüm yaptırımların kaldırılmasını ve İran’ın nükleer
haklarının tanınmasını gerektirir.”
Bu net duruş, yalnızca Beyaz Saray ve müttefiklerinin
propagandasına bir cevap değil, içeride hâlâ “her ne pahasına olursa olsun
anlaşma” hayaline kapılanlara da açık bir mesajdır: İran’ın kırmızı çizgisi,
milli onurudur.
Trump Beyaz Saray’da tek taraflı bir anlaşma için Netanyahu
adlı saldırgan köpeğine sarılmışken ve “İran’ın nükleer altyapısını yok
edeceğiz” derken, İran’ın dışişleri yetkililerinin net tutumu bir kez daha
gösteriyor ki Tahran, sahte tebessümleri ve diplomatik mesajları yutmayacaktır.
Asıl soru şu: Amerika ve İsrail gerçekten anlaşma
peşindeyse, neden aynı anda yaptırım planları, askeri tehditler, Fars
Körfezi’nin ismini çarpıtmak ve psikolojik senaryolar yürütülüyor?
Cevap net: Bunlar müzakere peşinde değil, teslimiyet
peşindedir. Ama İran, teslim olanların ülkesi değildir; İran, direnişin
beşiğidir.
Tüm bu gerçekler bir araya geldiğinde artık hiç kimse, karşı
karşıya olduğumuz şeyin yalnızca bir oyun değil, gülünç ama tehlikeli bir
senaryo olduğunu inkâr edemez. Bu senaryonun yönetmeni ise Trump’tır. Defalarca
ispatlandığı üzere ne mantıklı düşünen biri ne de tutarlı bir akla sahip bir
liderdir. Trump, Netanyahu ile tam bir uyum içinde, karmaşık bir plan kurarak,
tehdit, baskı, yaptırım, çarpıtma ve psikolojik operasyonlarla İran’ı diz
çöktürmek istiyor. Fakat İran İslam Cumhuriyeti defalarca göstermiştir ki,
baskı karşısında yenilmez, aksine daha da güçlenir.
Sonuç olarak, Wall Street Journal farkında olmadan büyük bir
sırrı ifşa etti: Trump yalnızca bir oyuncu değil; Siyonizm’in köpek tasmasını
elinde tutan bu maskaralığın bizzat yönetmenidir.
Ve son olarak daha önce de vurguladığımız gibi: “Eğer
Netanyahu Amerika’nın tasmalı köpeği değilse, neden Trump her ıslık
çaldığında havlıyor?!”